Kayıtlar

Kasım, 2025 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

HERKESİN BİR DİLİ VAR

Resim
Murat’ın evi, dışarıdan bakıldığında huzur dolu, sakin bir yuvaydı. Herkesin kendi düzeni, kendi alışkanlıkları vardı. Fakat ailede bir kişi, neredeyse herkesin ortak noktasıydı. Seda… Seda, evin ortanca kızıydı. Girdiği her ortamda hemen fark edilen, yumuşak sesi, gülümseyen yüzü ve insanlara yaklaşımındaki sıcaklığıyla dikkat çeken biriydi. Küçük yaşlardan beri bu şekildeydi. Okulda arkadaş canlısı, komşularla iyi ilişkiler kuran, gelen misafiri ilk karşılayan genellikle oydu. Onun için insanlara yakın olmak, samimi davranmak doğaldı. Biriyle konuşurken içtenlikle gülümser, dinler, anlamaya çalışırdı. İnsanlar da bu yönünü severdi. Hatta bazen dışarıdan biri ilk kez evlerine geldiğinde, aileden en önce Seda’yla kaynaşırdı. Ama bu tarafı, her zaman herkes için konforlu değildi. Ablası Aslı Seda’nın aksine, daha mesafeli ve kuralcıydı. Çocukluğundan beri her şeyin bir zamanı, bir şekli, bir sınırı olmalıydı onun gözünde. Tanımadığı insanlara kolay güvenmez, samimiyet kurmak için zaman ...

MÜHLET VEREBİLMEK

Resim
Can yine trafiğe çıkmıştı ve sinir harbi devam ediyordu. Her seferinde arıza tiplerin kendini bulması tesadüf müydü? Önündeki araç cep telefonuyla konuşuyor ve en sol şeritte yavaş yavaş gidiyordu. “Babasının yolu nasıl olsa!” diye öfkeyle söylendi. Öndeki araca selektör yapıyordu ama kimin umrundaydı? O sırada telefonu çaldı. Nasılsa yavaş yavaş gidiyoruz açayım diye düşündü. Telefonda eşi Fatma, birinci sınıfa giden kızından dert yanıyordu. “Canım bir an önce eve gel nolur, ben bu kıza ödev yaptıramıyorum. Anlatıyorum anlatıyorum anlamıyor!” Can Bey eşini dinleyip gazını aldıktan sonra derin bir nefes çekti ve “Hayatım geliyorum, biraz sabırlı ol, bu daha yedi yaşında bir çocuk. Sen kendi çocukluğunu düşün, okuma-yazmayı bir haftada mı öğrenmiştin? Ben ne kadar zorlandığımı hatırlıyorum. Kızımız da öğrenecek, biraz ona mühlet ver, az kaldı geliyorum inşallah” dedi ve telefonu kapattı.  Seyir halindeyken insan durup düşünemediği birçok şeyi düşünebiliyordu. Can geçmişine doğru git...

TUTAMIYORUM ZAMANI

Resim
Ayşe, serin bir İstanbul sabahında hızlı hızlı yürürken, etrafından hışır hışır seslerin geldiğini farketti. Yere bakınca, ayaklarının altında dev çınar yapraklarını gördü. Yapraklar da ne ara sarardı da, kahverengiye döndü diye içinden geçirdi. Geçen ay gittiği yaz tatili, sanki dün gibiydi. Zaman hemencecik geçivermişti. Çınar ağaçlarını, çocukluğundan beri pek severdi. Hep ona babasını hatırlatırdı. Babasıyla sonbaharda parka gittiği günleri anımsadı. Zaman ne de hızlı geçiyor diye içinden geçirdi. O meşhur şarkıdaki gibi tutamıyordu zamanı… Zihni; Ayşe’yi oradan oraya götürürken, birden iş görüşmesi saatinin iyice yaklaştığını fark etti ve adımlarını hızlandırdı.  Yine geç kalacağım galiba diyerekten telaşa kapıldı. Ayşe, plan yapma konusunda çok zayıftı. Neden böyle oluyordu ki? Aynı anda birçok şeyi yapabilirken, zamanlama konusunda hep gecikiyordu.  Ayşe, metroya koştu ama tam binecekken yüzüne metro kapısı kapanmıştı. Kendi kendine şikayetlenmeye başlamıştı… “Bu metro ...

SOFRADA SESSİZLİK

Resim
  İletişim çağında yaşıyoruz değil mi? Her an ulaşılabiliriz. Bir mesajla dünyanın öbür ucuna ses gönderebiliyor, bir görüntüyle varlığımızı kanıtlayabiliyoruz. Doğum günlerine post altına iyi ki doğdunlar yazıyoruz. Yeni doğum yapmış arkadaşımıza çiçek resimleri gönderiyoruz.  Ama ne garip… Sesler çoğaldıkça mesafeler büyüyor, bağlar zayıflıyor. Sanki teknoloji büyüdükçe biz yalnızlaşıyoruz. Elimizin altındaki telefonda binlerce takipçimiz var ama hasta olunca bir çorba getirecek arkadaşımız yok. Bir zamanlar göz göze bakarak konuşurduk; şimdi emojilerle his anlatmaya çalışıyoruz. Kolaylık çoğaldı, incelik azaldı. Birde tabi başka bir dikkat çekmek istediğim konuda; her şeyi kolaylaştırdıkça, marifetimizi unuttuk. Bir zamanlar sabırla yoğrulan sofralar vardı; şimdi “sipariş verildi” bildirimiyle doyuyoruz. Yemek yapmayı, az bir katıkla bereketi ailecek yaşamayı gittikçe unutuyoruz. Yemeği beğenmeyen çocuğun alternatifleri oluşuyor siparişle istediğimi alırım diye düşünüyor. B...

BU HAYATIN YÜKÜNÜ HEP BEN Mİ TAŞIYACAĞIM?

Resim
Filiz, hayatının ilk yıllarında beri sorumluluğunu bilen bir çocuktu. Hatta kendiyle yetinmeyi ailesinin problemlerini de üstlenen tek kişiydi. Ağabeyi ve ablası olmasına rağmen nedense kimin derdi olsa Filiz’i bulurdu. Her zaman kapsayıcı, yönlendirici ve yükü omuzlayan Filiz olurdu. Bu nedenle Filiz, okul hayatında da başarıyı yakalamıştı. Bir zaman sonra atanmış öğretmen olmuştu. Ailesini maddi ve manevi desteklemeye devam ediyordu. Sanki ailesini tüm yükü onun üstündeydi. Filiz bunları yapması gerektiğini düşünüyordu. Çünkü bir yerde sorumluluk almak onun kolu bacağı gibiydi. Ona göre olması gereken de buydu zaten.  Genç ve güzel Filiz, okul ortamında tanıştığı Ali ile tanışıp evlendi. Aileler bu evliliğe çok hoş bakmasa da iki gönül bir olmuştu. Evliliğin ilk zamanları her şey yolunda gidiyordu. Bir süre sonra Ali’nin hayata karşı rahatlığı evine de yansımıştı. Şimdi kurduğu yeni ailenin sorumlulukları yine Filiz’in üzerine kalmıştı. Filiz maalesef bu sefer de Ali’ye ne dese y...

ZEYTİN DALI

Resim
Ben bir zeytin dalıyım. Rüzgâr dallarımın arasında eserken yapraklarıma dokunuyordu,  toprağın derinliklerine kök salarken bu rüzgar içimi ferahlatıyordu. Zeytinliğin yakınında olan evlerden çocuklar yanımıza gelir gidiyordu. Yusuf, bombalanma olmadığı sürece annesi onu zeytinliğe oynatmaya getirirdi. Yusuf sekiz yaşında, yüzünde güneş gibi bir gülümseme. Elinde küçük bir bakır tas olurdu; annesi köyün kuyusundan su taşır, o da bir iki damlasını hep bana dökerdi. “İç bakalım dost,” derdi Yusuf. Küçük parmaklarıyla gövdemi okşar, sonra toprağıma bir zeytin çekirdeği gömerdi. Annesi gülerdi: “Sen büyürken o da büyüsün, olur mu oğlum?” Rüzgâr o an başka eserdi. Tenime tenime dokunuyordu. Çocuğun sesinde bir huzur, kadının ellerinde bir sabır olurdu. Ben onların konuşmalarını dinler, dua gibi saklardım yapraklarımda. Onların bize döktüğü su ile bizler kökleniyorduk. Aynı annenin yetiştirdiği evlatlarda bu topraklarda kökleniyordu. Her gün gelen Yusuf o gün gelmedi. Gökyüzü bir anda kar...

SEN OKUMA BİLİR MİSİN?

Resim
Oku! Peki nasıl? Bildiğin gibi değil; gerçeğiyle okumak?  Sevdiğinin bakışını, sesindeki titremeyi, sana bakarken ki hissettiklerini... Sadece yazılanlar mı okunur? Yazılmayan sözler nasıl okunur? Görülenin haricinde görülmeyeni görebilmek… Anlamını yakalayabilmek… Uçan kuşa bakıp bir uçak görebilmek mi okumak?  Su..  Yaşam kaynağı deriz; peki yaşatan su muydu?  Sonbahara giren ağacın  yapraklarını usul usul dökmesine bakıp doğadaki uyumu görebilmek mi okumak denen şey..  Toprak ile buluşan bir tohum  topraktan eksiltmeden koca bir çam ağacına dönüşmesine şahit olmak mı okumak? Gecenin en karanlığının sonunda mutlaka o güneşin doğacağını bilmek mi okumak? Bir bebek  doğumuyla annesinin göğsüne süt dolması;  aynı anda olmasını ayarlayanı görebilmek mi okumak? Bir meyvenin tamda ihtiyacımız olan mevsimden oluşmasını görebilmek mi okumak?  İhtiyacı olana ihtiyacını veren kimdi? Toprağın yağmura ihtiyacı olduğunu bilen kim? İnsanın dinlenmey...