Kayıtlar

neşe etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

DOKUZ MİL

Resim
Dokuz mil… Ne kadar da kısa bir mesafe aslında. Bir tekneyle, bir kuşla, bir dalgayla aşılacak kadar yakın. Ama bizim için dokuz mil, bazen bir ömür kadar uzak. Biz bekliyorduk. Bir çocuk belki “Anne, ne zaman gelecek?” diye soracaktı. Ama annesi artık cevap veremiyor. O yüzden başını kaldırıp gökyüzüne soruyor şimdi: “Ne zaman gelecek?” O gemiyle birlikte gelecek olan sadece un, ilaç, battaniye değildi. O gemiyle birlikte “Biz unutulmadık.” hissi gelecekti. Umut gelecekti. Bir oyuncak bile olsa, bir parça neşe gelecekti. Ama korkunun gölgesinde büyüyen çocuklar artık oyuncağı bile unuttu. Küçük yürekler, gergin uykularda sabrı öğreniyor. Korkuyla ama imanla büyüyorlar. Ve biz biliyoruz ki, o gemi sadece denizi aşmıyordu. Kalpleri, vicdanları, gözleri aşarak bize doğru geliyordu. Karanlığı yarıp, aydınlık bir sabahın umudunu taşıyordu. Sonra bir sabah… Bir haber geldi: Ateşkes! Bir anlık sessizlik oldu; kimse nefes alamadı. Çocuklar birbirine baktı, yarı sevinç, yarı kaygı dolu gözlerl...

YET-TİM

Resim
    Yuvarlacık gözleri ile etrafı anlamaya çalışıyordu. Gözlerinin kendisi yuvarlaktı ama o şaşkınlıkla daha da yuvarlaklaşmıştı. Dudaklarında bir “O” harfi. Bakan anlardı, Şaşkınlık nedir? Bakan anlardı, Şaşkınlığın çaresizlikle alakasını, Ne yapacağını bilememe hissini. Ortada kalakalmıştı. Yoksa kimse yolun ortasında öyle beklemezdi. Ancak bilmeyen beklerdi. Yolda kalınmamasını bilen Samet, yolda bırakmak istemedi onu. Kucakladı o miniği. Hani minikler hafiftir de bu kadar mı hafifti? O an tüy gibi gelmişti ona. Çok istediğinden midir nedir, onu oradan kurtarma çabasından mıdır nedir bilinmez ama her şey kolay olmuştu.   “Korkma küçüğüm, her şey güzel olacak.” dedi. Sanki bir şeyi anlayabilecekmiş gibi… Veya kendisi anlatılabilecekmiş gibi…   Anlamak için de anlatmak için de bilinç olması gerekirdi değil mi? Hem yaşı gereği hem de yaşadıkları gereği şu anda bilinç yoktu. O minik eller, o mis koku ne de tatlıydı… Her yer toz duman altı...

MUTLULUK NEYDİ... MUTLULUK EMEKTİ...

Resim
  Ilık bir yaz sabahı güneş, tüm ihtişamıyla denizin üzerinde pırıl pırıl parlıyordu. Deniz de yaz mevsiminin hareketliliğine dans ederek eşlik ediyordu sanki. Eda, etrafa neşe saçan güneşi fark edince daha fazla evde kalmak istemedi ve kendini sahilde buldu. Biraz yürüyüş yaptıktan sonra bir banka oturdu, kitabını açtı. Kitaptaki başlık dikkatini çekmişti… Açlık insanı kibarlaştırır, nezaket katar… Açlık duygusu insana doğuştan verilmiştir… İnsana dair şeyler öğrenmeyi severdi. Bu kitapta insanı anlatıyordu ama niye açlıkla başlamıştı. Bu bir diyet kitabı değil ne alaka diye düşündü… O sırada kafasını kaldırdı, etrafı izlemeye başladı.”   O gün sanki tüm sesler birbirine karışmıştı. Bir tarafta denizde oynayan çocukların kahkahaları, bir tarafta yetişkinlerin sohbet sesleri, diğer tarafta palmiye ağaçlarının rüzgârda çıkardıkları hışırtı sesleri... Bir tarafta elinde üç tane oyuncak arabayla: “oyuncağım yok, sıkılıyorum...