Kayıtlar

mutlu etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

İNSAN

Resim
Adı insan... Unutan ve yanılan, Yaptıklarıyla ve yapmadıklarıyla yücelen, Yaptıklarıyla ve yapmadıklarıyla aşağı inen, Seçimleriyle iyiye ve kötüye varan, Toparlanınca en güzel görüntüden daha güzel, Bozulunca en çirkin görüntüden daha çirkin, Tüm yaratılanlara halife olan… Adı insan... İstekleri ve istemediklerinde aceleci ve telaşlı, Gücü eline aldığında zorbalaşan, İhtiyacı kalmadığında, ihtiyacını giderene nankörleşen, Zıttına davrandığında sınavını geçebilen… Aslında insan; Hayatında hep gerçeği arayan, Yürüdüğü yoldaki yolculuğunda bir amacı olan, Vardığında değil, varmaya çalışırkenki tepkileriyle asıl kazanan, Bulunduğu yerde ihtiyaç giderip, Yaratılana bağımlı olmayan, İşte o zaman mutlu ve başarılı olurdu bir insan... İnsan; Mutlu olmak isterken ve her şey bu kadar net iken,  Neydi insanı yolundan döndüren?    & Deneyimsel Tasarım Öğretisi   insanın  mutlu, başarılı  olması ve   doyumlu ilişkiler  yaşaması için tutarlı, faydalı, uygu...

MUTLULUK AYAKKABI BAĞLAMAYI ÖĞRENMEK OLABİLİR Mİ?

Resim
Ela o gün kafede arkadaşıyla buluşacaktı. Boğazın kenarında şık bir kafe seçmişlerdi, salaş yerleri sevmiyordu. Buluşmaya erkenden gitmişti, arkadaşı ise biraz geç kalmıştı. Aksi gibi telefonunun da şarjı bitmek üzereydi. O sırada oyalanacak bir şey aradı ve bir kahve söyledi. Kahvesini yudumlarken deniz manzarasını seyrediyordu bir yandan. O sırada kulağı arka masada konuşanlara takıldı.    Konuşmalar dinledikçe dikkatini de çekmeye başlamıştı. Bir yandan da dinlediğini belli etmemeye çalışıyordu. Kulağına gelen seste birisi şöyle diyordu:  - Hz. İbrahim’in RABbini aradığı gibi mutluluğu arıyor insanlar. Mutluluk bir sürü arkadaşa sahip olmak mı? Değil. Öyle olsa bir süre sonra telefonuna bakmaya başlamazsın. Yayınladığı sosyal medya postuna ‘beğeni’ almak mı? Değil. Bir süre sonra hiçbir etkisi kalmıyor. Mutluluk uzun süreli olmalı. İsminin başına eklenen etiketler mi? Doktor, avukat vs. O da değil. Öyle olsa mutsuz doktor ya da avukat olmazdı.  Ela o sırada “ben ...

VADİ KONAK NO:18 / Nereden Nereye? - Bölüm 2

Resim
Şebnem gençliğinde kendisine verilmiş olumlu özellikleriyle çevresinde sevilen, saygı gören bir doktordu. Son zamanlarda ne olduysa kendini tanıyamıyor, kontrolsüz tepkilerine bir sebep arayıp duruyordu. Hayatındaki bu değişim hızı, freni patlamış kamyondan farksız değildi.  İnsan kendisine verilen mücevherleri neden kaybeder?  Mücevher mi kıymetini kaybeder, yoksa insan mı? Sinan’la tanıştığında; güler yüzlü, esnek, şakacı olması Şebnem’e çok cazip gelmişti. Çünkü bu özellikler kendisinde yoktu. Sinan’la da bu yüzden tamamlanıyor gibi hissediyordu. Onunla olmak Şebnem’i heyecanlandırıyordu. Her gün farklı bir yönü ile karşılaşıp hayran oluyordu. Gün geçtikçe Sinan’a olan ilgisi de artmıştı. Bu ilginin devamını evlilikleri takip etmişti. Sonrasında çocuklarının olması da ilişkilerini güçlendirecek bir unsur olduğunu düşündü. Yaşadığı bu duyguyu Sinan’la bağdaştırıp onu kaybetmekten ödü kopar hale gelmişti. Bu korku onu daha da düşkün, Sinan’ı da bir o kadar umursamaz yapmıştı....

EKSİKLİK KÖTÜ BİR ŞEY Mİ?

Resim
İnsanoğlu hayatındaki eksiklikleri hep kötü bir şey olarak algılar. Doğarken, büyürken, üniversiteye başlarken, evlenirken, bir iş sahibi olacakken… Eğer bir eksiklik olursa o süreçten keyif alamazmış gibi hisseder.  Bir bebek, daha doğmadan adına yapılan partiler, öncesinden alınan ve 3 yaşına kadar giyebileceği tüm kıyafetler, doğarken dev hastane organizasyonları ve niceleri… Bunların her birini tastamam yapmaya çalışır ve ancak bu imkanlarla daha mutlu olacağını zanneder insan.    Evlenirken her şeyini tastamam yapmak ister, hiçbir şeyi eksik bırakmak istemez. “12 kişilik misafir yemek takımı, 12 kişilik günlük yemek takımı, 12 kişilik misafir çatal-kaşık takımı, 12 kişilik günlük çatal kaşık takımı… Acaba bir tane de kahvaltı takımı mı alsak? Bir de kahvaltı çatal-bıçak takımı…” Maddeler alır başını gider. Tüm eksikleri halledersek çok mutlu olacağız diye düşünülür. Çocuk yetiştirirken doğumundan itibaren her yaşında eldeki tüm imkanlar önüne serilmek istenir. “Biz y...

DENEYİMSEL ÖĞRETİ

Resim
  İnsanın hikayesi yaratıldığı andan itibaren hiç değişmedi. Zaman içerisinde bazı şeyler yenilenip değişse de hayat yolculuğumuz hep aynı şekilde devam etti… Benzer istekler, problemler, sorunlar, şikayetler… Aslında bütün mücadele mutluluk ve başarı içindi... Kiminin uzun ömrü olur kiminin kısa ama bir şekilde mutlu ve başarılı olmak için yapar insan ne yaparsa… Peki neden çoğunluk kendini mutsuz ve başarısız hisseder o halde? Etrafındaki insanlarla, işiyle, gücüyle, sağlığıyla sorunlar yaşandığında insan kendine karşı dürüst ise ilk şu soruyu sorar “Bir yerlerde hata yapıyorum ama nerede?” Elbette hatasız insan olmaz ama hatalar sürekli tekrarlanıyorsa işte o konuda işe yarayan yöntemleri bilmiyoruz demektir. Günlük hayatın akışında, bir meslek başında ya da okullarda birçok doğru strateji öğrenebiliyor insan.  Mesela alet kullanmak, ölçüm yapmak, su, hava, ısı gibi tabiattaki verileri kullanmak ve bu alanlardaki yöntemler... Oysa hayatımızın en önemli kısmını oluşturan ili...

BANA KADERİMİN BİR OYUNUMU BU? - Bölüm 3

Resim
Aynı sebepler aynı sonuçları meydana getirmişti. Çok sevildiğinde o da çok sevecek ve ilişkileri hiç bozulmayacak zannetmişti Sıla. Çok mu şey bekliyordu hayattan? İnsanlar ne oluyordu da ilişkilerini bu hale getiriyordu? Başkalarının kendileri için neler yapıp yapmadığını düşünmekten, zamanla kendini göremez hale gelebiliyordu bazen insan. Dışarıya bakarken kendine de yabancılaşıyordu. Ve bu döngünün içinde sıkışmış bir halde yalnızlığı kendine hak görmeye başlıyordu. Kişi yaşadığı olaylarda sebeplerini değiştirmeden sonuçlarının da değişmesini bekliyordu ama işler öyle yürümüyordu… Hayatta insana; yaşadıklarına yön verebilme, değiştirebilme gücü verilmişti… Doğru yere bakmakla değişecekti hikayesi, doğru yere konsantre olmakla… Kendine sorduğu soruyu hatırladı Sıla… "Bana kaderimin bir oyunu mu bu?" Ve acı bir tebessümle "Kader diyemezsin. Sen kendin ettin, kendin buldun" diye ekleme yaptı içindeki sese.  Nihayetinde sorusuna doğru bir cevap verebilmişti. Kabulle ...

NE UMDUM NE BULDUM?

Resim
  Yağmur’un şiddeti, damlaların cama vuruşundan belliydi. Eline kahvesini alıp pencereye yöneldi. O gün, Zeynep ve Murat’ın evliliklerinin üçüncü yıl dönümüydü. Zeynep özel günleri çok önemserdi, o gün de onun için önemliydi. Eşinin kendisi için ne yapacağını düşünürken bir yandan da kahvesini yudumluyordu.  Akan damlaların sesine dalmıştı ki o sırada çalan telefon ile irkildi, kahvesini masaya koydu ve heyecanla telefona koştu. “Alo! Zeynep?” “Efendim Aslı.” “Bu akşam dinlemeyi çok istediğin yazarın söyleşisi var. Arkadaşlarla gidelim diyoruz, gelir misin?” Zeynep uzun zamandır bu haberi bekliyordu. Böyle etkinliklerde ona iyi geliyordu. Bu geceye denk gelmesine üzüldü.  “Gelmeyi çok isterdim Aslı ama bugün bizim evlilik yıldönümümüz. Murat’la planımız var akşam için” dedi ve telefonu kapattı. Telefonu kapatırken bir yandan da içinden Murat’a söyleniyordu. Kahvesini alıp tekrar pencereye doğru yöneldi. Evlenmeden önce böyle günleri bambaşka hayal ederdi. Her şey ilk günk...

AH SEVİLESİ İNSAN

Resim
Bazı insanlar vardır karanlığa ışık tutar. O azınlık olan insanlar… En zor anında yanında bitiverir. En ihtiyacın olan şeyle beraber sana doğru yürür, yüzündeki tebessümüyle… Yaşadığın olayda çoğunluk seni karamsarlığa çekerken o sana hiç bakmadığın yerden bakmanı sağlar. “Ya düşündüğün gibi değilse, neden sana zarar vermek istesin ki?” gibi… Çoğunluğun durduğu yerde onun her hayırda önden koştuğunu görürsün. Çoğunluğun ben dediği yerde onun “Sen nasılsın, iyi misin?” demesiyle içini bir sıcaklık kaplar… Çoğunluğun tıkanıp “Bu iş buradan sonra yürümez” deyip vazgeçtiği yerde, onun sahnede çabalayıp çözüm sunduğunu görürsün. Çoğunluğun mutsuz olduğu, şikayet ettiği bu hayatta onun ona verilene; teşekkürlü ve şükürlü olduğunu, hayattan keyif aldığını görürsün. En sıkıştığın, en ihtiyacın olduğu yerde “Sen işine bak, ben buraları hallederim.” cümlesiyle içine su serptiğini, omzundan yük aldığını hissedersin. Evet, evet! Çoğunluğun yük olduğu bu dönemde onun yük aldığını görürsün. Dokunduğ...

UMUT OLSUN Kİ…

Resim
Ekim ayının sonları, sıcaklıklar halen mevsim normallerin üzerinde seyrediyordu. Tatilin etkisinden tam olarak çıkamamıştı Umut. Sıranın üzerindeki karalamaları zihni sünger gibi içine çekiyordu ama neyi alıp neyi almadığının o da farkında değildi. Tıpkı hayatına yeni insanların girip çıkması gibi. Bu hali uzun bir süre gözlerini kırpmadan devam etti. Hayatta da kim bilir daha neleri fark edemiyor insan? Birden zilin çalması ile irkildi ve zihnindeki kalabalığın peşinden gitmeyi bıraktı. Çünkü yetişmesi gereken bir başka ders vardı. Okul dönemi yeni başlamıştı ve adapte olmakta zorlanıyordu. Yeni şeylere başlamayı severdi ama sonunu getirmek çok da kolay olmuyordu. Önceki dönemin ağırlığını omuzlarından atamamıştı. Alt sınıftan kalan dersleri vardı. Ne okul dersleri ne de arkadaş ilişkileri iyi gitmiyordu. Tüm bu olumsuzluklara rağmen Umut, hareketini bırakmıyordu. “Evet şu an istediğim şeyleri nasıl yapacağımı bilemeyebilirim, arkadaş ilişkilerim iyi gitmiyor olabilir ama bunun bir so...

YİNE Mİ GEÇ KALDIM?

Resim
Koştura koştura inmişti merdivenlerden Aslı. Tıpkı ilkokul zamanındaki gibi. İlkokula giderken de hep böyleydi. Arkadaşları önden iner Aslı ise hep geç kalıp koşarak inmek zorunda kalırdı. Ne günlerdi diye gülerek hızlıca indi merdivenleri.  Hayatımızda bazı dönemler vardır. İçimizde hep bir sıkışıklık hissederiz ya işte o dönemler. Biriken bir sürü iş. Ev ayrı, okul ayrı, iş ayrı, çocuk ayrı, görevler, dersler. Bir de bireyselde yapmak istediğimiz ama başlamaya zaman bulamadığımız şeyler vardır. Yapmaya çalıştığımızda ise bir yerden tutarız diğeri kalır. Bu sefer de “eyvah ya çok az zaman kaldı, yine geç kaldım, yine geç kaldım!!” diyerek telaşa düşeriz. Durum böyle olunca bazen devam bile edemeyiz. Oysa en başında hepsi için çok güzel planlarımız vardı. İnsan neden geç kalır ki? İnsan bu hayatta bir şeylere erken başlamadığında; güne, dinlenmeye, eğlenmeye, sevmeye, sevilmeye de geç kalıyor işte.  Bu ders kolay nasıl olsa yaparım deyip ertelediğimiz ödevler yığılıyor ve o ko...

YANLIŞ İLİKLENEN DÜĞME

Resim
Hayat…  İnsana verilen ve insanın da aslında en sevdiği… Kimi zaman yanlış iliklenen düğme gibi…   O sahne öyle bir sahne ki…  Her şey yolundayken ne kadar da yaşanılası, kelebekler misali,  “Yaşamak ne güzel şey” dediği… Hep böyle gitsin ister insan, hiç bozulmasın,  “Aman ağzımızın tadı kaçmasın”  “Dümenimiz kırılmasın…”  Halbuki ne kıymetli rol ve sahne verildi insana…  Peki insan o kıymetli sahnenin değerini nasıl anlar?   Hiç kazanılmamış bir mücadelenin tadını nerden bilebilir?  Elbette bilemez, bilmesi için sorular gönderilir.  Sorular sorun olmaya başlayınca yanlış iliklenir düğmeler…  Her soru problemdir aslında ve her problem de gizlenen bir şifadır. Ama düğmeler yanlış iliklenince görebilmek mümkün mü? Ya duyabilmek? Ya sezebilmek?  Her problem şifası ile gelir…  Tıpkı kıştan sonra yazın gelmesi gibi…  Tıpkı karanlık bir tünelden aydınlığa çıkmak gibi…  Ve hatta hastalıktan sonra tekrar ...