Kayıtlar

Doğru etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

DEDEM VE BEN - İŞİN İÇİNDEN NASIL ÇIKARIM?

Resim
  Dedeciğim, Son mektubundan sonra problemlerimi çözmek konusunda bana çok güç verdin. Senin sayende doğruyla yanlışı daha kolay ayırt edebilir hale geliyorum. Hayatta birilerinden deneyim alabilmek çok kıymetliymiş dedeciğim, bu süreçte en çok bunu anladım. Fakat gel gelelim benim bu sıralar yaşadığım başka bir problemim daha var… Bazı problemlerimi çözsem de bu konuda işin içinden çıkamadım. Bunu çözse çözse benim aslan dedem çözer dedim. Dedeciğim, yakın arkadaşım Tarık’ı tanıyorsun. Bize geldiğinde sizi tanıştırmıştım. Tarık ile çok güzel giden bir arkadaşlığımız vardı ama nasıl olduğunu anlayamadım bir şekilde aramız açıldı. Ben arkadaşlığımızı toplamaya çalıştıkça Tarık benden daha da uzaklaştı.  Ona çok değer veriyordum ve hala da çok değer veriyorum. Onun için neler yapabilirim, nasıl eskisi gibi olabiliriz diye düşünüyorum. Aslında onun için o kadar şey yaptım ki yaptıklarımın karşılığı bu muydu diye düşünmeden de edemiyorum dedeciğim. Tarık aile içerisinde maddi ve m...

MEĞER YOKLUK VARLIĞIMMIŞ!

Resim
“Kereem…” “Kereeeeem!”   “Kerem oğlum burada değil misin? Uyur gezer mi oldun? Neden beni duymuyorsun?  Elindekileri yere atma dememiş miydim sana!?”  Gün içinde en az 7-8 kere aynı sahne yaşanıyordu Yasemin ve oğlu Kerem için. Evde, okul yolunda, çarşıda ya da misafirlikte… Yer, zaman ve çevredeki insanların kim olduğu fark etmiyordu onlar için. Durum artık çığırından çıkmaya başlamıştı. Neden sürekli aynı olayı yaşıyorlardı ki? Klasik bir Pazar sabahında kahvaltı yaptıktan sonra annesi;  “-Bir uzman görüşü mü alsan Yasemin? ben sana iyi bir doktordan randevu alayım. Ne dersin?” dedi.  Çocuğunun “hasta” olma ihtimali korkutmuştu Yasemin’i; ki öyleyse bile bu daha önce hiç duymadığı bir hastalıktı.  Çocuğunun basit iletişim kurma becerilerini biri çekip almış gibiydi. “4 yaşında daha sosyal, daha pozitif ve iletişime açıktı bu çocuk, neden tersine döndü her şey” diye dertleniyordu. Yaşama sevinci gitti, depresyona girdi de diyemiyordu Kerem için çünkü çocuk...

RAHATIM BOZULDU ANNE

Resim
Rana Hanım’ın gençlik hayali zengin biriyle evlenip güzel, rahat bir hayat sürmekti. Ragıp Bey ise güzel kızlardan hoşlanırdı. Nihayet üniversite yıllarında birbirleriyle tanıştılar. İkisi de istediklerini birbirlerinde buldular ve evlendiler. Alp adında bir erkek evlat sahibi oldular. Kendilerince öyle güzel büyüttüler ki yabancı bakıcı tuttular, özel okula gönderdiler, üniversiteyi yabancı ülkede okudu. Alp’in bütün arkadaşları onun hayatına imrenirdi. Hani derler ya gak dediğinde yumurta, guk dediğinde süt. Ne isterse önüne gelirdi.  Babası ile annesi sık sık bu servetin tek varisinin kendisi olduğunu vurgularlardı. Alp de çalışmada çok gözü olan bir çocuk değildi. Madem bütün servet onundu neden çalışacaktı ki. Ayakları kanepenin üzerine uzatır, sadece kendi rahatına bakardı.  Babası da ona işi öğretme gereği duymamıştı. Oğlunun bunları öğrenecek çok vakti olacağını düşünüyordu. Ama nereden bilecekti ki bu kadar erken vefat edeceğini. Hayatın karşımıza çıkardıkları her zam...

IHLAMUR AĞACI

Resim
Ayşe o gün sıcaktan çok bunalmıştı. Aklına ıhlamur ağacının olduğu o tepe gelmişti. Sadece sıcaktan bunaldığı zamanlarda değil, canını sıkkın olduğunda da oraya giderdi. O tepe, Ihlamur ağacı ona annesi ve nasihatlerini hatırlatırdı.  Gideceği yer için hazırlık yapıyordu. Termosuna çayını doldurdu. Annesinin tarifi, mis gibi tarçın kokan elmalı kurabiyesinden bir kutuya koydu. Hazırladıklarını minik bir piknik sepetinin içine yerleştirdi.    Radyosu da olmazsa olmazıydı, ona da sepette bir yer ayarladı. Evleri yol kenarındaydı, ıhlamur ağacına ulaşabilmek için tepeye doğru yürümesi gerekiyordu.  Aşağıdan yukarıya doğru baktığında koca ıhlamur ağacının, rüzgârın etkisiyle dans eden yapraklarını gördü. Yaklaştıkça kokusu da buram buram burnuna gelmeye başlamıştı. Bu koku Ayşe'nin çocukluğunun kokusuydu. Çocukluğu bu ağacın altında oyunlar oynayarak geçmişti.   Ağacın yanına vardığında; küçük ahşap bir masa, bir ağacın dallarına asılı bir salıncak onu karşılıy...

DENEYİMSEL TASARIM ÖĞRETİSİ

Resim
İnsan merak eder, Mutluluğu, Mutlu insanları, İnsanların nasıl mutlu olduklarını. İnsan merak eder, Başarıyı, Başarılı insanları,  İnsanların nasıl başarılı olduklarını, Ve başarıyı nasıl devam ettirdiklerini. Merak etse de insan, mutluluğu ve başarıyı, Ulaşılmaz zanneder, bazen keser ümidini. Mutluluk bana haram der, Bilmez ki helali haram ettiğini. Kendisidir kendisine engel, Kendisidir ayağına çelme takan. Mutluluk da başarı da sonuçtur aslında Yapıp ettikleri de sebeptir bunlara. Yaparsam ne olur yapmazsam ne olur? bilmeden, Yaşar hayatı ve geçip gider… Deneyimleri transfer etmeden. Keşke ateşe değdiğinde yakacağını bilmek gibi, Hayatın da kuralları olsa. İlişki kurmadan önce mesela, Bir işe başlamadan, evlenmeden, anne baba olmadan, Bir adım atmadan henüz, Uyarsa insanı, sonuçlar hakkında. İnsan ister, Anlık değil de gerçekten mutlu olmayı… Kısa süreli olmayıp, uzun vadede başarılı olmayı… Problemlerini çözebilen olmayı... Peki nedir tüm bunların gerçeği?  Çifter, çifter ...

BENİM PROBLEMİM NE?

Resim
Sema yıllardır yaşadığı küçük şehrinden çalışmak üzere büyük bir şehre gelmişti. Sonunda hemşire olarak atanmıştı. Bir yıldır bu anı bekliyordu. Yeni iş, yeni arkadaşlar, yeni hayat, farklı bir şehir… İçi kıpır kıpırdı. Mesleğini uygulayacağı için de ayrıca heyecanlıydı. Onca zamandır emek veriyordu karşılığını almak onu mutlu edecekti. Şehre ilk geldiğinde bir pansiyonda kalıyordu fakat burası iş yerine biraz uzaktı ve işe gidip gelmesi oldukça zor oluyordu. Sonra kendisi gibi hastanede çalışan Gizem ile tanıştı… Gizem işe yakın bir yerde tek yaşıyordu ve bir ev arkadaşı arıyordu. Onunla iyi anlaşıyorlardı sonunda ev arkadaşı olmaya karar vermişlerdi.  Zaman geçtikçe evine, işine iyice alışmıştı. Fakat çalıştığı servisteki birkaç iş arkadaşıyla olan problem onu rahatsız ediyordu. Mesela ekipte onunla çalışan biri çok dağınıktı, malzemeleri kullanır ortalıkta bırakan, plansız biriydi. Sema defalarca söylese de arkadaşı daha düzenli olacağına söz vermesine rağmen iki gün geçmeden yi...

NASIL İYİ OLURUM?

Resim
         Her insan iyi olmak ister. İyi bir eş, iyi bir arkadaş, iyi bir patron, iyi bir yönetici, iyi bir anne, iyi bir baba… İnsan iyi olmak isterken iyilerle bir arada olmak da ister. Aysel Abla sağ olsun ne zaman danışsam bana hep en doğru olanı söyler. Neye ihtiyacım varsa gidermeye çalışır ama biraz kırar döker. Lafını ölçmeden, tartmadan, dan diye söyler. Ne olurdu aktaracağı kıymetli deneyimlerini birde güzellikle söyleyebilseydi daha güzel olmaz mıydı? “İyi hoş ama bir dayak yemediğim kaldı, bir daha da sormayacağım” diye hayıflanırken buluyorum kendimi diye geçirdi içinden. İnsan sadece fayda gördüğünü istemez, fayda gördüğünden az keyif de almak ister. Portakal suyu misali C vitamini var ama tadı da güzel olunca herkesin tercihi olur.  Pazarda karpuz alırken en iyi karpuzu satan pazarcı gibi ama yüzü gülmüyor, konuşmuyor, insanın yüzüne dahi bakmıyor. Ürünleri iyi diye karpuzu alır ama ‘bir de gülümsese ya da soruma cevap verse’ diye düşünür insa...

PARDON, ACABA “HAYIR” NASIL DENİLİR?

Resim
  Hani bazen bulaşık yıkarken rastlarız ya inatçı lekedir adları. Süngerle çıkmaz, tırnağın sonra tel devreye girer, “I ı çıkmıyor.” “Tamam şimdi görürsün, sert olmamı istedin sanırım. İşte seni oradan kazıma zamanı” artık bir bıçak, kaşık veya neyse, daha sert bir cisimle lekeyi kazıyarak çıkartmaya çalışırız. Hatta sert cisimle bile o inatçı lekeyi çıkartmakta zorlanırız bazen. Temizleyince de “Oh be kurtuldum şu inatçı lekeden.” Nasıl rahatlıyor insan, zor işi başarmış gibi. Sonrasında o bulaşık daha keyifli yıkanır, paklanır mutfak. Zorlayıcı bir engeldi o an uğraştırdı, canımı sıktı, ortadan kaldırınca aktı gitti iş. Ya da bir yazılımcının program yazarken karşılaştığı bir virgül hatasını bulmak için saatlerini harcaması gibi. Ama bulunca da dosyayı tamamlamış, üzerinden yük kalkmış gibi hissediyor olması. Süratle ilerliyor artık yazdığı programda.   İşte hayatımızda da inatçı leke gibi bizi zorlayan, bir virgül kadar küçük ama zihnimizde kocaman olan yapmakta zorlandığım...

DOĞRU YOL DOĞRU SEN’E GÖTÜRÜR

Resim
İki kardeşiz biz kardeşim Enver ve ben, annem ve babamın iki değerli evladı. Hangi evlat anne baba için değerli olmaz ki?  Babam, çocukluğumuzdan beri hiçbir şeyimizi eksik bırakmazdı. Özel kurslar, dershaneler, kitap setleri... Doğum günlerimiz atlanmaz, annemin yaptığı nefis pastalar eşliğinde kutlanırdı. Mutlaka hediyelerimiz de alınırdı. Bisiklet, bilgisayar, telefon ya da sevdiğimiz şey neyse.  Çok mu zengindik, değildik ama babam çalışmayı ve almayı seven, çocuklarının üstüne düşen biriydi. Annem de öyle, “Fedakâr” değil miydi zaten annelerin ikinci ismi. Sevgisini hem dile getiren hem gösteren, yemeyip yediren, çocuklarının üstüne titreyen. Tabi her şey aynı kalmıyor ve değişiyordu. Her yeni eskir, her küçük büyüyordu, bizde büyüdük. Kardeşim Enver liseden mezun olmuş özel bir hastanede çalışmaya başlamıştı. Ben ise üniversiteye hazırlanıyordum. Daha sonra istediğim bölümü kazanmış ve  ara vermeden okulu bitirmiştim. Enver ise yıllardır özel hastanelerde çalışmaya ...