Kayıtlar

acı etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

SALİHLERDEN BİR SALİH EL-CAFERAVİ

Resim
Filistin’in tozlu sokaklarında doğdu Salih.  Tıpkı diğer Filistinli çocuklar gibi. Annesinin ninnisiyle değil, bomba sesleriyle büyüdü.  Oyun alanı bombalarla delinmiş duvarlardı. Büyümek zorundaydı. Kalem tutmayı erken öğrendi. Dünyaya seslenmek için silah değil, kelimeler lazımdı. Çünkü bir kelime bir silahtan daha güçlüydü. Her acıyla biraz daha büyüdü Salih.  Kelimeler yetmedi, bu kez kamerasını aldı omzuna. Her tuşa bastığında, bir kalp atışı daha kaydetti. Sonra, gözlerini hiç kapatmadı. Çünkü “görmek”, Gazze’de bir ibadetti. Gördüklerini dünyaya da göstermek istedi. Acıyı çekti… Yıkılan evleri, parçalanan bedenleri, Çadırın içinde yakılan çocukları, Bir yerden bir yere sürülen insanları, Çalınan hayalleri… Esareti çekti… Çocuğunu ilk kez gören babaları, Babalarını ilk kez gören çocukları, Duyduğu özlemi göğsüne bastıran anaları, eşleri… Güldürmeye çalıştığı bebeleri… Kendini de çekti… “Sessizliğiniz savaştan ağır.”dedi. Her gün yeniden doğuşu çekti… Bir çocuğun aya...

730 GÜN

Resim
 Neyin gün sayısı diye düşünüyor insan… Bir başlangıcın mı? Bir bitişin mi?  Bir bekleyişin mi?  Neyin gün sayısı?  Yedi yüz otuz gün… Söylenmesi bile çok zor… Çok uzun… Söylemesi bile böyle uzun gelen günlerin içinde yaşam mücadelesi veren insanlar, Eğer bugünde ölmezlerse günlerine bir gün daha eklenecek… Kim bu insanlar diye geçiyor içimizden değil mi?  O insanlar ki, iki kapı arasında sıkıştırılanlar,  O insanlar ki, insanlığı yok sayılanlar, O insanlar ki, vatanları için çırpınanlar,  O insanlar ki, bulundukları yerde yaşam alanı kurmaya çalışanlar,  O insanlar ki, her zorluğa rağmen “ALLAH en güzel vekildir” diye haykıranlar… O insanlar ki, dünya sesimizi duysun diye ağlayanlar,  O insanlar ki, kulakları tıkanmış dünyada bir umud gemisi bekleyenler,  O insanlar ki, o insanlar, müslümanlar… İman ne demek öğretenler,  İhlas ne demek öğretenler, Yedi yüz otuz gündür acıları dinmeyenler… Ne bir başlangıç, Ne bir bitiş,  Bitme...

KENDİNE YOLCULUK

Resim
Elini çenesine koymuş, başını da hafifçe cama yaslamış dışarıyı izliyordu. Hava soğuktu ama gördüğü manzaralar içini ısıtıyordu. Uzun zamandır hayal ettiği şeyi yaşıyordu Zeynep. Tam da o sıra bembeyaz karla kaplı dağın etrafında dolanıyordu tren. Ne iyi etmişti de doğum gününde böyle bir hediye düşünmüştü annesi.  Doğuya giden bir tren yolculuğuna kim hayır diyebilirdi ki zaten. Bir de bunu onun adına birinin düşünmesi kadar güzel bir şey olmasa gerekti. Hayat yolculuğunda, insanın elde edeceği en büyük imkanlardan biriydi, iyi bir anne babaya sahip olmak... Düşündü Zeynep, şükretti… Dünyaya geldiği için… Annesi için… Bu yolculuk için... Hayat yolculuğunda sürekli desteklendiği için... Öylesine müteşekkirdi ki… Hissettiği mutluluğun bir tarifi yoktu... Bu tren gezisinde yolculuk yapan bir tek Zeynep değildi elbette. Hemen yan vagonda ağlamaktan gözleri kan çanağına dönmüş Ayşen vardı. İki ay önce planlamıştı bu yolculuğu sevdiğiyle. Evlilik planları yaptığı zamanlarda nerden bileb...

SADECE “UZAK DUR” DENMİŞTİ

Resim
İnsanoğlu ister, İnsanoğlu bazen kendi dışında herkesten bir şey bekler, İnsanoğlu “Haydi yapalım!” der ve yapar, Ama insanoğlu “Uzak dur!” denildiğinde, duramaz. Uzak durması gerekenler istekleriyse eğer, Yaklaştıkça yaklaşır, Hem de yavaş yavaş, fark etmeden…   Her yaklaşma aynı zamanda zıddından da uzaklaşmadır, Her yaklaşma aynı zamanda daha da istemektir, Bazı yaklaşmalar problem ve güç kaybetmektir. Daha çok sorun, daha çok beklenti, stres ve acı demektir. Önemli olan neye yaklaşığın, nelerden uzaklaştığındır. O acıya rağmen yine de ister insanoğlu, Hem de istememesi gerekeni, O acıya sebep olanı ister, sebep olduğunu fark etmeden. Neden ister ki eğer acı varsa sonunda? Bilmez mi her isteğinin ona hak olmadığını? O isteğin dibinde, iradenin, söz hakkının olmadığı yerde. Kendi özgürlüğünü kendi tutsak eder hale getirdiğini  Bilmez miydi insan… İnsanın her isteyişi, başka isteklere,  Her uzak durmayışı başka yakınlaşmalara gebe olur… Başka zararlara, başka mutsuzlukla...

SEN NEYİ MERAK EDERSİN? - Bölüm 3

Resim
Merak ederek ve öğrenerek yol alır ve gelişir insan. Bu gelişme sırasında da meraklarının yönü insanın da yönünü belirler. Bu hayatın her alanında alacaklı olduğu duygusu ise insanın ileride oluşabilecek duyarsızlığının temeli. Aslında unutmak bir nimet, sınavda karşımıza çıkan soruların can sıkıcı kısımlarını zihinden atıp yolumuza devam etmek için verilen bir nimet iken, insan bunu kendine vereni unutabiliyor, sınavda olduğunu unutabiliyor.  Nimete kör olmakla başlayan bu sürecin devamı ise şikâyete, memnuniyetsizlik, bencillik, duyarsızlık ve ümitsizliğe doğru devam ediyor. “İnsan bunu nasıl yapar?” dediğimiz olayın arkasında insanı bozan bu süreç var. Hiç kimsenin bu hayatta olup bitene karşı duyarsızlığı bir günde olmuyor, her şey azdan başlıyor. Az, insanın en çok küçümsediği, görmezden geldiği şey, oysaki tüm bütünlerin başlangıç parçasıdır. Kullandığımız eşyalarımızdan bozulan olursa nasıl ki vazgeçmiyor ve tamir ettiriyorsak insanın da düzelebileceğini ve onun da bir tamir...

SEN NEYİ MERAK EDERSİN? - Bölüm 2

Resim
Zehra’nın zihnindeki konu ‘İNSAN’dı, her şekle ve duygu durumuna geçebilen canlı. Çok nazik, anlayışlı, adaletli de olabiliyor; bencil, zalim, adaletsiz de.  “İnsanın öyküsü nasıl başlıyordu?” diye soru sordu kendine ve düşüncelere daldı. İnsan kimdir?  İnsan ırkın ismi, topraktan gelen şekil almış ruhu olan... Aklını kullanan, düşünebilen, aynı zamanda da unutan bir canlı. ‘İnsan neyi unutur?’ diye düşündüğünde yaşadıkları ne olursa olsun unutur dedi. En mutlu olduğu günü unuttuğu gibi en mutsuz olduğu günü de unutabiliyor. İspatı da kendinde buldu. Bir yıl, bir ay, bir gün, bir saat içinde yaşadığı şeylerden hangisini tam olarak hatırlıyordu. Hangisiydi gerçekten en mutlu olduğu gün veya yaşadıklarından hangisi en güzeliydi diye sordu kendine. Sonra bunların geçici olduğunu söylemek kendisinin ve çevresindekilerin dilindeydi diye düşündü. Ne varlık bir kapıda ne yokluk. Her şey gelir geçer. Acı olan da geçer güzel olan da. ‘O zaman insan unutan’ dedi.  Varlığı, yokluğu,...

HAYATIN UCUNDAN SEN DE TUT

Resim
Gökhan, kapının önünde sessizce arabasıyla oynuyordu. İlginçtir ki ayakkabılar dikkatini çekerdi. Ne zaman misafir gelse ayakkabılarına bakıp hangi ayakkabı hangi misafirin tahmin etmeye çalışırdı.  -Nuran Teyze, siyah terlikler senin değil mi? Gülüşmeler olurdu.  -Senin bu oğlun bir alem Pınarcığım, ayakkabıdan karakter analizi yapacak yakında bak görürsünüz.  Yalnız o gün işi biraz zorlaşmış gibiydi. Kapının önünde o kadar çok ayakkabı vardı ki, babasının ölüm haberini alan koşmuş gelmişti taziye evine. Gelen gideni takip edemiyordu. İnsanlar çoğaldığı gibi evlerinin önündeki arabaları da çoğalmıştı.  Arabalarla arası iyiydi Gökhan’ın. Logosuna bakarak araba markalarını söyleyebiliyordu. Babası bu özelliğini arkadaşlarına söyler, onlar da sokaktaki arabaları sorarlardı. Bilince hayranlıkla ona bakar gülerlerdi. Epeyce “Maşallah” alırdı, bazı amcaları çıkarıp harçlık verdiği de olurdu.  -Kaç tane maşallahım oldu babacığım, diye sormuştu bir keresinde eve dönerk...

HAYIR(!) DA HAYIR VAR

Resim
İnsanoğlu hayatın içinde zaman zaman hayırlar duyar….   -Dur düşeceksin! Dokunma ona hayır! -Hayır üzgünüm, şimdi onu alamayız… -Hayır şu an yeni bir elemana ihtiyacımız yok… Biz sizi ararız… Ve daha nice hayırlar….   İnsan hep olumlu sonuçla karşılaşmak ister… Halbuki her sonucun başında sebepler vardır. Her sebebin de kendine göre hayırları vardır. Ah, keşke insan bilse hayırların içinde gizlenen o müjdeyi… Zahmetin içindeki rahmeti bilse yine üzülür müydü karşılaştığı hayırlara? Ah, keşke insan bilse kendisi için gizlenen o müjdeyi…     Başta acı gelir insana hayırları duymak; Bir bebeğin uyumak istememesine rağmen annesinin onu uyutması, Bir çocuğun hasta olduğu için o gün dışarı çıkarılmasına izin verilmemesi… İnsan hayatı boyunca ne kadar da çok hayır(!)lar duyuyor...   Peki her insan hayır(!)lara aynı tepkiyi mi verir?   Kimi var hayırları duymaya dayanamadığı için başlar şikayet etmeye; “ Hep benim başıma geliyor…” “ Şansım olsaydı anam beni kız doğ...

HAREKETE GEÇİR BENİ

Resim
Doktor yürüyüş önerdi yoksa nerdeeee… hareketsizlikten pas tutmuş eklemlerim :) hadi bakalım yürüyelim o zaman…  Bu kolay olmayacak biliyorum.  Neden dersen öyle alışkanlıklar kolay kolay bırakılmadığı gibi kolay da alışılmıyor yenisine.  Televizyon karşısında, tekli koltuğumla ben mutluydum. Üstelik sızlayan kemiklerimi örten yumuşak battaniyemle iyi hissediyordum kendimi… Ama doktor hanım benimle aynı fikirde değildi. İlaç yazar gibi her gün on beş dakika yürüyüş ekledi listeye. Bir de efendim her ay beşer dakikadan artırarak üç ay sonrasına kırk beş dakikaya çıkartacakmışım. “Ya ben kim yürümek kim doktor hanım” dedim ama yüzüme tebessümle bakıp yapacaklarımın listesini uzattı elime. İşte o gün bugündür hareketlerimi artırdım ama bir de bana sor. Her gün bir bahane, bir engel… Neyse ki her işin başı sağlık deyip yürüyüş yaparken buldum kendimi. İnsanoğlu genelde yapmakta zorlandığı şeylerle karşılaşınca bir acı, bir sancı orayı terk edesi geliyor.  Oysa hareketin ...

SIRT ÇANTASI

Resim
  Esra sırt çantasını ne hevesli hazırladı. O gün Üniversite de ilk günüydü. İlk denemesinde puanı yeterli gelmemiş ve bir yıl daha sınava hazırlanma kararı almıştı. Sonraki yıl ise sınava girmiş, hedefine ulaşmıştı. Artık başarmanın mutluluğunu yaşıyordu.  İki yıl odasına kapanıp ihtiyaçları dışında onu oyalayacak birçok şeyden uzak durmaya çalışmıştı. Tabi bu başlarda da kolay olmamıştı. Gezi davetleri, alışveriş saatleri, sinema partileri bir müddet rafa kaldırılmıştı. Bu konularda teklifler gelse de hayır demek derslerine daha da odaklanmasına sebep olmuştu. Başlarda zorlansa da artık ders çalışmak ona keyif verir hale gelmişti. Ne de olsa bu durum bir süreliğine böyle olacaktı... Hayatta her şey geçici değil miydi zaten…  Bir bebek dünyaya gelmek için 9 ay annesinin karnında o küçücük alanda aldığı pozisyonuyla. Annesine verdiği yüküyle, bulantısıyla, hepsi geçiciydi… Doğmayan bebek, doğuramayan anne var mıydı?  Hastanede hasta yatağında ağrısıyla mücadele ederk...