Kayıtlar

zıtlık etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

ZITLIKLAR

Resim
Hayatta her şey nasıl da zıddıyla var. Sıcak ile soğuk gibi, Yaz ile kış gibi, Sevinmek ve üzülmek gibi… Çünkü gerçek, zıddı varsa vardır. Gerçek olup olmadığı nasıl anlaşılır ki hayatta? Zıddına bakınca besbellidir gerçekliği. Yani sıcağın varlığı soğuk olunca anlaşılır. Doğum varsa ölüm de vardır, Zorluğun hakikati kolaylığın varlığıyla ispatlanır. Her şeyin başı ve sonu olduğu gibi… Bu nasıl bir zıtlık ki Gerçeğin de ispatı aynı zamanda. Hem birbirlerinin varlık sebebi, Kadın ve erkek gibi, Gece ve gündüz gibi, Kış ile yaz gibi, Hem de birbirlerinin yokluk nedeni… Gece gelince aydınlığın, Gündüz gelince karanlığın çekilmesi gibi. Ve insan; Sevinciyle hüznüyle, Yokluğuyla ve varlığıyla, Derdi ve dermanıyla, Problem ve çözümüyle Zıttı ile yan yana yaşarken bu hayatta Zıtlıklar, terslik gibi gelir ona. Oysa her zıtlık ispattır hayat oyununda, Gerçeğin varlığına bir delildir insana.   Peki, insan ne yapar? Kızar, küser zıddına. Düzenli olan, esnek olana, Hızlı olan, yavaş olana, Fay...

BAK SANA NE ANLATACAĞIM!

Resim
Elmas iyi bir dinleyici, Haktan ise iyi bir konuşmacıydı. İşyerinde o gün ne yaşadıysa eve gitmeyi bekleyemez, arar eşine anlatırdı. Elmas ise eli işte de olsa açar dinlerdi. Hiçbir şey olmasa da yine arar ne yapıyorsun diye sorar, karısından bir tüyo alırdı.  -Yemek yapıyorum Haktan. -Kolay gelsin, ben de bugün öğlen kuru fasulye pilav yedim. Sorma Elmas, çok da pişmemiş rahatsız etti. Çıktım biraz hareket edeyim diye, bizim devreden Mahmut’u gördüm. Onlar da ev almışlar İzmir’den, tadilat yaptırıp taşınacaklarmış. Tadilat demişken bizim Ankara’daki evin de balkonunun kapatılması gerekiyor. ‘Kiracı kışın soğuk geçiyor abi, kapatılırsa iyi olur’ demişti ya. Ben bir sorayım tanıdıklara… Elmas ise kulağında telefon,  -Hıı hıhı tamam, gibi kısa ses ve kelimelerle karşılık veriyordu.   Haktan’ın çocukluğundan başlıyordu konuşma hikayesi. Kelimeler ağzından net çıkana kadar bir dolu seslerle derdini dile getirirmiş, kelimeler netleşince de kimse onu tutamaz olmuştu.  Çocu...

KÖYDEKİ İŞLER

Resim
Her cuma olduğu gibi bu sabah da heyecanla doğruldu yatağından. Hemen odanın pencerelerini açarak mis gibi kokan köy havasını içeriye aldı. İnsanın içini ısıtan sıcacık güneş ışığıda eşlik etti o mis gibi kokuya. - Bugün çok işimiz var çoook, diyerek kardeşini de uyandırdı Ayşe.  Hem haftanın son günü hem de en sevdiği gündü bugün Ayşe’nin. Hafta içi şehir merkezinde kalan babaları o gün eve gelecekti. Köy ile merkez arası uzak olduğu için hafta içi merkezde kalıp, cuma günü işi bitince köye gelirdi. Yaz tatillerinde günleri bu şekilde geçerdi bu küçük ailenin. - Babam gelmeden bütün işleri bitirelim. Banyo yapıp, saçlarımıza da babamın geçen gelirken getirdiği kırmızı kurdeleli tokaları takıp babamı bekleyelim. Güzel olmaz mı, dedi kardeşine. Evlerinin bahçe duvarları taştan yapılmıştı. Çok yüksek değildi fakat bahçe sınırı belli olsun diye çevrilmiş bir duvardı. Mavi renge boyanmış, tahtadan bir bahçe kapısı da vardı. Bazen açılırken ağlarcasına gıcırdayan sesler çıkarsa da -nede...

HERKESİN BİR HİRASI VAR

Resim
Herkesin bir Hira'sı vardır, Gitmek istediği, saklanmak istediği, tek başına kalmak istediği. Onunki de Hira idi. Yolu zor, Yolu uzun, Bedeli büyük. Ama vardığında her şeyi unutturan, O emeği vermeye razı olduran. Nedir o Hira? Oysa baktığında sadece dağ ve taştı, Yolu sarp ve yokuştu. Sarp yokuşun ne olduğunu bilir misin? Bildiğinde, nedenin varsa çıkmak için kim görür ki yokuşu? Nedir o Hira? Tek başına ama yalnız değilken, Yükselişin sembolü, Sakladığın yerin adı, Bir dağdan çok öte olan, İnsanı bambaşka şeylerle karşılaştıran. Senin Hiran ne? Ya da kim? Kime sığınıyorsun, derdini anlatıp Ya da kime veya kimlere aşırı beğenilmek istiyorsun Nelerden uzaklaşmak istiyorsun, Neye yaklaşmak istiyorsun? Öyle ya her insanın farkında olmadığı bir Hira’sı vardır. İyi geldiğini düşündüğü insanlardır bu kimi zaman. Kimi zaman da sığınmak istedikleri. Eşi, babası, kardeşi, arkadaşı… Bir dağ gibi gördüğü Hira’sı. Peki, senin Hira’n kim? Kendine benzeyenleri mi seçiyorsun, Yoksa kendinden far...

EŞ KUTUPLAR

Resim
Zıt kutuplar birbirini çeker, diye bir cümle geldi aklına. Arkasına yaslandı, tavandaki ışığa baktı gözlerini hafif kısarak.  İki zıt kutup birbirini nasıl çekerdi acaba? Çekmek ne demekti? “Hem zıt olup hem de yan yana olmak mı acaba?” diye düşündü zihninde birkaç soruyla birlikte. “Oysa zıt olan şeyler itmez miydi birbirini?   Hafif tebessüm etti, anne ve babası geldi aklına Elif’in. İki zıt kutuplardı gerçekten. Birbirini tamamlamak için çekmeydi bu. Birinde olan diğerinde yoktu. Evet, iki ayrı insandı annesi ve babası Elif’in. Birbirlerinden çok farklıydılar ve bu farklılıklar iletişimlerine yansıyordu. Annesinin, kendisine söylediği cümleleri hatırladı sonra.  Bu adamın dağınıklığını toplayacak bir makine olsa bozulurdu çalışmaktan. Bir insan, eve misafir getiriyorum der mi çat diye? diyor. Hem de kaç defa...  Bir keresinde de siz küçüktünüz, kalkın Bursa’ya gidiyoruz diye girdi eve bir anda. İnanabiliyor musun? Çok fazla konuşuyor, gerçekten çok. Kaş göz i...

BİZ NEDEN FARKLIYIZ?

Resim
Pencerenin önündeki koltuklar alınıp yerine iki sandalye konuldu. Onun önüne de gövde kısmı eski ahşap görünümlü bir sehpa. O güzelim köşenin fotoğraf makinesiyle bir karesi alındı, gerçekten de güzel görünüyordu. Birden zilin çalışıyla evdeki tatlı koşturmaca durdu ve herkes kapıya yöneldi. Beyaz elbisesiyle kuğu gibi görünen Damla kapıya açtı. Mert, elinde mis kokulu güllerle kapıdaydı. Gelen misafirler salondaki koltuklara oturdu. Damla ve Mert ise sandalyelere.  Deniz ise Damla’nın sol çaprazında ki sandalyede oturuyordu. Şöyle bir kardeşine baktı, beyaz elbisesi, al al yanaklarıyla utangaç utangaç oturan kardeşi ne çabuk büyümüştü de sözleniyordu. Oysa onun için hala küçük, yaramaz, dağınık bir kız çocuğuydu. Daha hayatını düzenleyemiyordu, bir evi olsa onu nasıl düzenleyecekti. Bir yandan da karşı taraf aslında kısmetli diyordu. Çünkü Damla güler yüzüyle, enerjisiyle hayatlarına renk katacaktı. Benim zıttım diye düşündü Deniz. Zaten hiç de birbirlerine benzemiyorlardı.  ...