Kayıtlar

hayat etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

KENDİNE YOLCULUK

Resim
Elini çenesine koymuş, başını da hafifçe cama yaslamış dışarıyı izliyordu. Hava soğuktu ama gördüğü manzaralar içini ısıtıyordu. Uzun zamandır hayal ettiği şeyi yaşıyordu Zeynep. Tam da o sıra bembeyaz karla kaplı dağın etrafında dolanıyordu tren. Ne iyi etmişti de doğum gününde böyle bir hediye düşünmüştü annesi.  Doğuya giden bir tren yolculuğuna kim hayır diyebilirdi ki zaten. Bir de bunu onun adına birinin düşünmesi kadar güzel bir şey olmasa gerekti. Hayat yolculuğunda, insanın elde edeceği en büyük imkanlardan biriydi, iyi bir anne babaya sahip olmak... Düşündü Zeynep, şükretti… Dünyaya geldiği için… Annesi için… Bu yolculuk için... Hayat yolculuğunda sürekli desteklendiği için... Öylesine müteşekkirdi ki… Hissettiği mutluluğun bir tarifi yoktu... Bu tren gezisinde yolculuk yapan bir tek Zeynep değildi elbette. Hemen yan vagonda ağlamaktan gözleri kan çanağına dönmüş Ayşen vardı. İki ay önce planlamıştı bu yolculuğu sevdiğiyle. Evlilik planları yaptığı zamanlarda nerden bileb...

TEK KİŞİLİK HAYAT MI? YOKSA…

Resim
Kendi dünyasında kurduğu düzenli bir hayatı vardı Meltem’in. Yıllarca görev yaptığı o kıyı köyünde tek başına dört yılı geçirmişti. Kendi ekmeğini kendi yapmış, tüm sorumlulukları tek başına üstlenmişti. Mutfak işlerinden anlamazken zamanla çeşit çeşit yemekler hatta mezeler yapmaya başlamıştı. Öyle korktuğu kadar zor gelmemişti mutfak işleri. Geçen dört yıl neler neler katmıştı kendisine. O eski Meltem’den eser yoktu.  Dört yılın sonunda beklediği tayin süreci açıklanmıştı. Büyük şehre çıkmıştı tayini. Meltem önce bocaladı, garip bir korku sardı içini. "Nasıl olurdu ki kalabalık şehirde hayat? Alışabilir miyim acaba?" diye düşüncelere dalmıştı. En son geldiği bu köye de zor alışmıştı ama yapacak bir şey yoktu. Neyse ki insanları anlayışlıydı, köy ortamına alışması uzun sürmemişti.  Kurduğu düzenin bozulmasını istemese de tayini ile taşınma süreci gerçekleşmişti. Taşınalı bir süre olmuştu, köyünü ve oradaki düzenini özlese de büyük şehre de uyumlanmaya çalışıyordu. Ara ara da...

YİNE Mİ GEÇ KALDIM?

Resim
Koştura koştura inmişti merdivenlerden Aslı. Tıpkı ilkokul zamanındaki gibi. İlkokula giderken de hep böyleydi. Arkadaşları önden iner Aslı ise hep geç kalıp koşarak inmek zorunda kalırdı. Ne günlerdi diye gülerek hızlıca indi merdivenleri.  Hayatımızda bazı dönemler vardır. İçimizde hep bir sıkışıklık hissederiz ya işte o dönemler. Biriken bir sürü iş. Ev ayrı, okul ayrı, iş ayrı, çocuk ayrı, görevler, dersler. Bir de bireyselde yapmak istediğimiz ama başlamaya zaman bulamadığımız şeyler vardır. Yapmaya çalıştığımızda ise bir yerden tutarız diğeri kalır. Bu sefer de “eyvah ya çok az zaman kaldı, yine geç kaldım, yine geç kaldım!!” diyerek telaşa düşeriz. Durum böyle olunca bazen devam bile edemeyiz. Oysa en başında hepsi için çok güzel planlarımız vardı. İnsan neden geç kalır ki? İnsan bu hayatta bir şeylere erken başlamadığında; güne, dinlenmeye, eğlenmeye, sevmeye, sevilmeye de geç kalıyor işte.  Bu ders kolay nasıl olsa yaparım deyip ertelediğimiz ödevler yığılıyor ve o ko...

YANLIŞ İLİKLENEN DÜĞME

Resim
Hayat…  İnsana verilen ve insanın da aslında en sevdiği… Kimi zaman yanlış iliklenen düğme gibi…   O sahne öyle bir sahne ki…  Her şey yolundayken ne kadar da yaşanılası, kelebekler misali,  “Yaşamak ne güzel şey” dediği… Hep böyle gitsin ister insan, hiç bozulmasın,  “Aman ağzımızın tadı kaçmasın”  “Dümenimiz kırılmasın…”  Halbuki ne kıymetli rol ve sahne verildi insana…  Peki insan o kıymetli sahnenin değerini nasıl anlar?   Hiç kazanılmamış bir mücadelenin tadını nerden bilebilir?  Elbette bilemez, bilmesi için sorular gönderilir.  Sorular sorun olmaya başlayınca yanlış iliklenir düğmeler…  Her soru problemdir aslında ve her problem de gizlenen bir şifadır. Ama düğmeler yanlış iliklenince görebilmek mümkün mü? Ya duyabilmek? Ya sezebilmek?  Her problem şifası ile gelir…  Tıpkı kıştan sonra yazın gelmesi gibi…  Tıpkı karanlık bir tünelden aydınlığa çıkmak gibi…  Ve hatta hastalıktan sonra tekrar ...

IHLAMUR AĞACI

Resim
Ayşe o gün sıcaktan çok bunalmıştı. Aklına ıhlamur ağacının olduğu o tepe gelmişti. Sadece sıcaktan bunaldığı zamanlarda değil, canını sıkkın olduğunda da oraya giderdi. O tepe, Ihlamur ağacı ona annesi ve nasihatlerini hatırlatırdı.  Gideceği yer için hazırlık yapıyordu. Termosuna çayını doldurdu. Annesinin tarifi, mis gibi tarçın kokan elmalı kurabiyesinden bir kutuya koydu. Hazırladıklarını minik bir piknik sepetinin içine yerleştirdi.    Radyosu da olmazsa olmazıydı, ona da sepette bir yer ayarladı. Evleri yol kenarındaydı, ıhlamur ağacına ulaşabilmek için tepeye doğru yürümesi gerekiyordu.  Aşağıdan yukarıya doğru baktığında koca ıhlamur ağacının, rüzgârın etkisiyle dans eden yapraklarını gördü. Yaklaştıkça kokusu da buram buram burnuna gelmeye başlamıştı. Bu koku Ayşe'nin çocukluğunun kokusuydu. Çocukluğu bu ağacın altında oyunlar oynayarak geçmişti.   Ağacın yanına vardığında; küçük ahşap bir masa, bir ağacın dallarına asılı bir salıncak onu karşılıy...

TEKNOLOJİ İMKAN MI? TUZAK MI?

Resim
Leyla, her yıl okullar kapanınca yaz tatili için memlekete dedesinin yanına giderdi. Küçüklüğünde oradaki köy hayatı çok hoşuna giderken artık liseli olmuştu ve dedesinin evine gittiğinde yaşadığı bazı yoksunluklar canını sıkıyordu. İnternetin olmaması mesela hayatını durduruyordu resmen. Dedesi köyde hala birçok şeyi teknoloji kullanmadan kendi yapıyordu. Tarlada yaptığı işlerin çoğunu makineler yapabiliyordu oysa ki. Bir gün tarlaya doğru giderken dedesine eşlik etmişti. Bir yandan da konuşuyordu Leyla; “Teknoloji nasıl da gelişmiş değil mi dede? İnsanın hayatını zorlaştıran çoğu meseleyi halletmiş sanki... ● Yıkayacağı çamaşıra ve onun hassasiyetine göre deterjanı ayarlayabilen çamaşır makineleri, ● Telefonumuzdan içini görebildiğimiz buzdolapları, ● Hele de cep telefonları… Artık birçok şeyi bu akıllı telefonlarla halledebiliriz. Dedeciğim biliyor musun sağlıkla ilgili bütün bilgilerimizi bile bu telefonlara kaydedebiliyoruz? ● Hangi doktora ne zaman gittiğimizi, ● Ne zaman hangi t...

KENDİME OLAN HİSLERİM

Resim
  Bir kabuk vardır insanın üzerinde,   Kendince bir sığınağı, gerçekte ise ağırlığı...  Üzerinden kalksa, sanki rahatlayacak,  Kendi gerçekliğe kavuşacak.  Her insanın kurtulma istediği,  Ya da kaçıp sığınak zannettiği, Bir kabuğu vardır hayatında.   O kabuk öyle bir şey ki,  Hem vazgeçmek istemediği,  Hem de vazgeçemediği için istediği,  Ama vazgeçtiğinde gerçekteki kendini,  Faydayı görüp özgürlüğünü bulduğu, O kabukla birlikte direncini kırdığı. Kırması çok zor ama kolaylığı verilmiş,  Ki o zorlanması oraya varana kadar, Vardığında ise gerisi ferahlık. Neye sığındığında güvende hisseder ki insan?  Güvende hissettiği şey, gerçekten güvenli midir?  Ona iyi gelen ya da iyi hissettiren, Gerçekte iyi midir? İyi, ne demekti? İyiyim, ne zaman denirdi?  “İyiyim” dediğinde gerçekten iyi miydi?  Ah ben, ah kendim...  Ne yapacağım seninle?  Onu yapmak mı zor, yapmamak mı?  Soru, karışık ve zor....

DEDEM VE BEN - ERGENLİK

Resim
  Dedeciğim, Ne zamandır seninle görüşemedik, çok özledim seni. Görüşmeyeli bende birçok değişiklik oldu. Boyum uzadı, vücudum değişti. Dedeciğim, inanır mısın sesim bile kalınlaştı. Yüzümde görmekten nefret ettiğim sivilcelerimin çıktığını anlatmak bile istemiyorum. Derslerimi sorarsan, derslerle başım belada. Notlarım biraz düştü. Ders çalışasım gelmiyor bu sıralar. Kankalarımla takılmak daha çok hoşuma gidiyor.  Onlar benim on numara beş yıldız dostlarım. Arada atışsak da onlar beni çok iyi anlıyor. Ama bizimkiler… Bizimkiler beni hiç anlamıyorlar. Saçlarımı uzatmak istiyorum. ‘Olmaz okul var, okula öyle gidilmez, yasak.’ diyorlar. Giyimime, dinlediğim müziklere karışıyorlar. Her şeyime laf söylüyorlar. Boş yapıyorlar. Şeyyy, yani gereksiz konuşuyorlar demek istedim. Biz kankalarla aramızda böyle konuşuyoruz da. Adeta benim üstüme üstüme geliyorlar. Atışmalarımız da cabası… Geçenlerde annemi çok kırdım. Sonra ben de üzüldüm ama ne yapayım bilmiyorum. Ayrı eve çıkacağım günl...

BİZİM HANIM NİYE BÖYLE?

Resim
Emekli öğretmen Bedri Amca ve eşi Neriman Teyze Muğla’nın en güzel köylerinden birinde yaşıyorlardı. Bedri amca mesleği gereği uzun yıllar Türkiye’nin birçok şehrinde görev yapmıştı. Tabi kolay değil, her tayin dönemi çoluk, çocuk evi, eşyası taşınıp durmak. Bu konuda en büyük destekçisi de eşi oluyordu.  Artık emekli olduktan sonra Muğla’ya yerleşmiş ve orada yaşamlarını sürdürüyorlardı.  Neriman Teyze insanlarla ilişki kurmayı çok severdi. Gittiği her yerde onu seven ve yalnız bırakmayan arkadaşları olurdu. Burada da yeni komşularından oldukça memnundu. Yakın bir zamanda İstanbul’dan gelecek çocuklarının haberini almışlardı. Neriman Teyze onların en sevdiği yemekleri yapmakla meşguldü. Tabi komşuları da her zamanki gibi yardıma gelmişlerdi.    Bedri Amca ise insanlarla ilişki kurmakta eşi kadar iyi değildi. Hatta bazen eşinin yeni insanlarla tanışması, her gittiği ortamda birilerinin tanıdık çıkması garibine giderdi. Yeni gittikleri şehre alışmak ve uyum lanma da z...

İNSAN NASIL SINIR KOYAR?

Resim
Torunu Doğa uyurken Nalan Hanım’da geçmişe dalıp gitmişti. Birkaç yıla ne kadar da çok şey sığmıştı. Bu masum yüz doğalı bir yıl geçmişti bile. Eşinin kaybından sonra sanki her şey hızlanmıştı. Biricik kızı Duygu’nun evlenmesi ve yeni bir aileye girmenin yolculuğu ile ne kadar hareketlenmişti hayatı. Her şey o kadar hızlı ilerliyordu ki keşke eşi de yanında olsaydı da kızının bu mutluluğunu görseydi. Saçlarını taramadan uyumayan o küçük kızı büyümüş müydü şimdi? Kabul edemediği şey anneannelik değil kızının büyümesiydi. Nalan Hanım her ne kadar karışmadığını iddia etse de Duygu’nun hayatındaki bir çok şeyde rol aldığının farkında bile değildi. Kontrol etme isteğine bir türlü engel olamıyordu. Sanki kızı bir şeyleri unutacak veya yanlış yapacakmış gibi geliyor, o yüzden hiç elini üzerinden çekmiyordu.  Gece yatacağı saati kızına göre ayarlıyor, hayatındaki planları kızının aile yaşantısına göre yapıyordu. Bu sırada Duygu anlamadığı bir kargaşa içindeydi; “Evlilik böyle bir şey sanır...