Kayıtlar

Ekim, 2025 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

BİR BARDAK ÇAY VE BİR FİNCAN KAHVE

Resim
Elif ve Kerem’in evliliği, herkesin hayalini kurduğu türdendi. Dışarıdan bakıldığında ilişkileri monoton ve heyecansız gibi görünüyorlardı. Ama onlar dış dünyada eğlenen sürekli aksiyon peşinde koşan çiftlerden daha çok huzurlu oldukları fark ediliyordu. Çevrelerinde yaşayan çiftlerde tartışmalar, kırgınlıkların yaşandığı olurdu. Onlar evleneli on yıl olmuştu. Hala birbirlerine ilk günkü gibi hassas davranıyorlardı. Yıllar sanki ilişkilerini  daha da güçlendiriyordu.  Bir akşam, yakın arkadaşları olan Ayşe ve Murat, onlara konuk oldu. Elif ve Kerem'in birbirine bakarken gözlerinin içindeki ışıltı fark ediliyordu. Keyifli bir sohbetin ardından Murat dayanamadı ve sordu; “Siz nasıl bu kadar mutlusunuz? Yani sırf merakımdan soruyorum. On yıldır evlisiniz ama sanki daha yeni evli gibisiniz.” Kerem gülümsedi, Elif’le göz göze geldiler. Elif hafifçe başını salladı ve cevap verdi; “Bunu en iyi sabah kahvaltılarımız anlatır.” Ayşe; “Kahvaltı mı?” Şaşırmıştı böyle bir cevap beklemiyord...

HAREKETSİZ KALMA

Resim
Güneş, yerini karanlığa bırakmıştı. Günün koşturmacası bitmiş, gecenin sessizliği sarmıştı her yanı. Yüzünde gittikçe artan belirgin bir sıcaklık vardı. “Ateşim çıkıyor galiba!” dedi. Kendisini halsiz de hissediyordu. Bu ara ortalıkta yaygın bir hastalık vardı. Sanırım Gönül de buna yakalananlardan oldu. Üç gün boyunca ateş, baş ağrısı ve öksürük ile evde yatıyordu. Su içiyor lavaboya gidiyor ve geri yatıyordu. Annesi sık sık kontrol ediyor bir şeyler yemesine yardımcı oluyordu. Birkaç gün sonra daha iyi olmuştu. Ateşi düşmüş, az da olsa kendine gelmişti. Günlerdir yatıyor, hareket etmiyordu. Kalkıp birkaç adım atmak, pencereyi açıp hava almak, biraz esnemek ona iyi geliyordu. Alışkın değildi böyle uzun süre yatıp hareketsiz kalmaya.  Kendisini ağır bir un çuvalı gibi hissediyordu… İnsana en iyi gelen şeylerden biridir hareket...   Hayatta olduğu yerde duran bir şey yoktur. Mutlaka hareket vardır. Sabah güneş doğar hava aydınlanır, belli bir saatten sonra akşam tekrar batar ve...

HANGİ BİRİNDEN BAŞLASAM

Resim
Güneş, perde aralığından odanın içine usulca sızdı. Bahar gözlerini açtığında, ışığın yüzüne bıraktığı sıcaklığı hissetti. Ne var ki, bu huzurlu sabahın ardında, gece yarısına kadar süren düşünceler vardı. Yatmadan önce defterine uzun uzun planlar yazmıştı. Düzenli sabah yürüyüşleri yapacak, İngilizce derslerine aksatmadan gidecek, piyano tuşlarına parmaklarını daha çok alıştıracak, akşamları da zumba ile enerjisini tazeleyecek. İçten içe kendine söz vermişti: ‘‘Her şey bu hafta başlayacak.’’ Ama saati fark ettiğinde geç kalmıştı. Hızla yataktan fırladı, kahvaltıyı düşünmeye bile vakti olmadı. ‘Eyvah! Yürüyüşe zor yetişirim… Daha sonra İngilizce kursum var. Nasıl sığdıracağım bunların hepsini?’ diye söylenerek telaşla hazırlanıp evden çıktı. Sokağa adım attığında hava hâlâ serindi. Yürüyüş yapmak güzel olabilirdi ama bedeninde bir ağırlık vardı. Gece geç yattığının etkisi göz kapaklarında hissediliyordu. Yürüdükçe zihni de yürüyordu: ‘Acaba İngilizce dersine yetişebilecek miyim? Kahval...

SANA TEPELERDEN BAKIYORUM

Resim
O gün Aslı çok heyecanlıydı. İlk kez İstanbul’a gidecekti. Her güne ayrı kombin, uygun şallar, aksesuarlar, ayakkabılar derken bavul hazırdı. Aslı erkenden havalimanına gitmiş orada beklerken İstanbul’la ilgili araştırmalar yapmaya devam ediyordu. Uçağı tam vaktinde indi ve artık İstanbul’daydı. İçi kıpır kıpırdı... Onu karşılayan arkadaşı Ecrin, İstanbul’da yaşıyordu. İstanbul’da gezilecek yerleri bir turistten daha az bilecek kadar oralıydı!  Genelde böyle olmaz mıydı? Yani bir şehri en iyi gezenler turistler iken orada sürekli yaşayanlar o mekanlara hiç uğramamış olabiliyordu. Yıllardır İstanbul’da yaşayıp Topkapı Sarayı’na hiç gitmemiş olanlar vardı. Ya da kaç kere boğaz turu yapmıştır ki bir İstanbullu? Bursa’da yaşayanlar kaç kere teleferiğe binip, Cumalıkızık’ta kahvaltı yapmıştır ki?  İstanbul’da yaşayanlar peki? Kırk yılda bir misafir gelirse belki onunla birlikte…  Başka şehirden gelen öyle mi? Köprüden denize bakınca, vapurla bir yere giderken saatlerce orada d...

DOKUZ MİL

Resim
Dokuz mil… Ne kadar da kısa bir mesafe aslında. Bir tekneyle, bir kuşla, bir dalgayla aşılacak kadar yakın. Ama bizim için dokuz mil, bazen bir ömür kadar uzak. Biz bekliyorduk. Bir çocuk belki “Anne, ne zaman gelecek?” diye soracaktı. Ama annesi artık cevap veremiyor. O yüzden başını kaldırıp gökyüzüne soruyor şimdi: “Ne zaman gelecek?” O gemiyle birlikte gelecek olan sadece un, ilaç, battaniye değildi. O gemiyle birlikte “Biz unutulmadık.” hissi gelecekti. Umut gelecekti. Bir oyuncak bile olsa, bir parça neşe gelecekti. Ama korkunun gölgesinde büyüyen çocuklar artık oyuncağı bile unuttu. Küçük yürekler, gergin uykularda sabrı öğreniyor. Korkuyla ama imanla büyüyorlar. Ve biz biliyoruz ki, o gemi sadece denizi aşmıyordu. Kalpleri, vicdanları, gözleri aşarak bize doğru geliyordu. Karanlığı yarıp, aydınlık bir sabahın umudunu taşıyordu. Sonra bir sabah… Bir haber geldi: Ateşkes! Bir anlık sessizlik oldu; kimse nefes alamadı. Çocuklar birbirine baktı, yarı sevinç, yarı kaygı dolu gözlerl...

SALİHLERDEN BİR SALİH EL-CAFERAVİ

Resim
Filistin’in tozlu sokaklarında doğdu Salih.  Tıpkı diğer Filistinli çocuklar gibi. Annesinin ninnisiyle değil, bomba sesleriyle büyüdü.  Oyun alanı bombalarla delinmiş duvarlardı. Büyümek zorundaydı. Kalem tutmayı erken öğrendi. Dünyaya seslenmek için silah değil, kelimeler lazımdı. Çünkü bir kelime bir silahtan daha güçlüydü. Her acıyla biraz daha büyüdü Salih.  Kelimeler yetmedi, bu kez kamerasını aldı omzuna. Her tuşa bastığında, bir kalp atışı daha kaydetti. Sonra, gözlerini hiç kapatmadı. Çünkü “görmek”, Gazze’de bir ibadetti. Gördüklerini dünyaya da göstermek istedi. Acıyı çekti… Yıkılan evleri, parçalanan bedenleri, Çadırın içinde yakılan çocukları, Bir yerden bir yere sürülen insanları, Çalınan hayalleri… Esareti çekti… Çocuğunu ilk kez gören babaları, Babalarını ilk kez gören çocukları, Duyduğu özlemi göğsüne bastıran anaları, eşleri… Güldürmeye çalıştığı bebeleri… Kendini de çekti… “Sessizliğiniz savaştan ağır.”dedi. Her gün yeniden doğuşu çekti… Bir çocuğun aya...

GERÇEK GERÇEKLEŞİR

Resim
Hangi gerçek, zamanı geldiğinde ortaya çıkmaz? İnsan istese de, istemese de, Saklasa da, gizlese de, Görse de,  görmek istemese de, Gösterir kendini tüm haliyle… Ve sonra mesajını verir sahibine, Ya da öğrenmek isteyen herkese…   Kim merak etmez ki gerçekleri? Eşinin davranışlarının aslını, Çocuğunu yetiştirmenin hakikatini, Yuva kurmanın ne demek olduğunu, Kişinin kendini tanımasının gerçeğini… Açılır bir sandıktan çıkarcasına,  Doğru soruyu sorup merak edenlere, Yapıp ettiklerinin gerçeğe uyumlu olmasını dileyenlere… Neden insan gerçeği merak etmelidir? Gerçekler ve yaşantılar farklı olduğunda, Zaman gerçekten yana olup sahte yaşantılar mağlup olduğunda, Üzülür insan kahrolur, Gerçeğe uzak yaşadığında. İşte o an görür ki düşünülen her düşünce, yapılan her davranış, Gerçeğin kendisi değil, Sadece bir yanılgıymış oysa ki… O zaman anlar insan, Ne olursa olsun gerçek mutlaka gerçekleşir. İşine gelse de gelmese de, Gerçek açığa çıkar. Çünkü zaman, hep gerçekten yanadır… ...

ALLAH SORARSA

Resim
Bir gün ALLAH sorarsa, Gazze’de toprağa düşen çocukların gözyaşını niye silmediniz?  Ne diyeceğiz? Onlar, taşların arasında oyuncak ararken, Biz ekran başında, kanı donmuş haberlerde umut aradık. Onlar açken, biz tok yattık. Onlar susarken, biz sustuk.  Bir gün ALLAH sorarsa, “Bir tek zulme karşı bile sesini yükseltemeyen bir yürekle mi geldin bana?” Ne diyeceğiz? İçtiğimiz kahveden vazgeçemedik mi diyeceğiz? Boykotun anlamını bile sorgulamadık mı diyeceğiz? Sadece Gazze’de değil… Afrika’da susuz kalan çocuklar, Arakan’da yakılan köyler, Doğu Türkistan’da bastırılan dualar, Yanı başımızda bir tebessüm bekleyen yaşlı bir komşu… Oysa sofradan kalan çorbayı çöpe dökerken yaşlı komşun aç uyudu... Hepsi birer imtihandı. Ve biz çoğu kez imtihanı görmeden geçtik.  Çok zaman geçti…  Gazze’de bir umut doğdu, Ateşkes ilan edildi,  Büyük bir yıkımdan sağ kurtulanlar Yarı yıkık olan evlerine girerken dualar etti…  Ya şimdi?  ALLAH sorarsa,  Yıkımdayken ne yap...