VADİ KONAK NO:18 - Bölüm 1
Zırrrr… zırrrrrr… zırrrrrr…
Uzun uğraşlar sonucu telefonuna uzanmış ve alarmı kapatabilmişti. “Keşke bende '5 dakika daha anne!' diyebilseydim.” diye söylenerek yarım yamalak açtığı gözleriyle yatağından kalktı.
Akşamki misafirleri de geç gidince etrafı toparlamadan hemen yatağa atmıştı kendini. Banyoya giden koridordaki döküntülere basmamaya çalışarak ilerliyordu. “320 metrekare eve üç kişi neden sığamıyoruz acaba? Hem de daha 6 yıl borcunu ödeyeceğimiz eve…” diye de homurdanıyordu bir yandan Şebnem.
O arada ayağına plastik bir satranç taşı denk geldi;
“Efeee! Bu filin ne işi var burada. Arayacaksın sonra! Hadi uyan artık. Servis gelecek, geç kalma yine.”
Yüzünü yıkamak için banyoya geçtiğinde ise kocasının ampulü hala değiştirmediğini fark etti. Akşamki çöp poşetinin yerde bıraktığı iz de belli belirsiz seçiliyordu dış kapının yanında. Gençliğinde çok tertipli düzenliydi. Dağınıklık ona çok yabancı bir kavramdı. Her işini de zamanında yapar, yetişirdi işlerine. Ta ki evlenip çoluk çocuğa karışana kadar…
Şebnem yine işine geç kalmıştı. “Hastalar kapıda sıra olmuştur bile. Aman canım, çoğu ilaç yazdırmaya gelmiştir zaten. Telaş yapma, sakin ol.” diyebildi kendine.
Sinan’ın ise mesai kavramı hiç olmamıştı. İlaç mümessiliyken görüşme tarihlerini ve saatlerini kendi ayarlıyordu. Şebnem ile de bu görüşmelerin birinde tanışmışlardı zaten. Şebnem’in, yeni çıkan soğuk algınlığı ilacını gündemine alması zor olmuştu. Fakat birkaç ziyarette Sinan hem ilacı hem kendini güzel sunmuştu. Gel zaman git zaman derken Şebnem de kabullenmişti Sinan’a olan hislerini.
Ses tonu, kullandığı kelimeler, yaptığı şakalar çok hoşuna gitmişti Şebnem’in. Aynı zamanda sakin bir yapısı vardı ve dinlemeyi de biliyordu. Etrafındaki diğer erkekler gibi değildi. Güçlü olduğu gibi esprili olması da cabasıydı.
Şimdilerde ise o enerjisini neredeyse kaybetmişti Sinan. Çocuğunun özel okul masraflarının üstüne “Vadi Konak” sitesinden aldıkları bu evin devasa ödemeleri eklenmişti. Şebnem’in Aile Hekimliğini yaptığı Sağlık Ocağına yakındı evleri. Olmuşken de iyisi olsun demişlerdi çünkü. Sinan’ın maaşı da cılız kalıp ödemelere yetemeyince farklı iş arayışlarına başlamıştı. Yakın arkadaşı ile geçen yıl kafe işine girmişlerdi.
“Artık herkes deli gibi kahve içiyor. Batmayız elbet.” diye düşünmüştü Sinan. Ama bir senede o düşüncelerinden eser kalmamıştı. Göründüğü kadar kolay gelmemişti işin içine girmek.
Efe ise; sabahları sitenin önünde servis beklerken annesini izlerdi. Koşar adım giderdi annesi geç kaldığı işine. Birden acıdı ve “Keşke annem daha mutlu olsaydı.” diye iç geçirdi. Ya kendisi? O çok mu mutluydu sanki? Hiç girmek istemediği, anlamsız bulduğu bir sınav bütün hayatının ortasına pat diye oturmuştu.
“Keşke hep çocuk kalsaydım” derdi çoğu zaman. Geç saatlere kadar ders çalışmaktan kemikleri kırılmış gibi hissediyordu bazı sabahlar. “Lüleburgaz – Gastronomi – Sarı saçlı kız…” diyerek uyanırdı. Sınavı gözünde küçültmek için saçma kelime oyunları oynuyordu kendi kendine… Dünkü dizilim de “Lise – Gökyüzü – Saklambaç” idi.
Küçükken çok hareketliymiş, öyle diyor anne babası. Ele avuca sığmazmış. Şimdilerde ise “Ağır abi gibi oldun” demeye başlamıştı çevresindekiler. Zaman ne kadar da değiştiriyordu insanları.
Her şeye yetişmeye çalışan ve rahat etmek isteyen bir anne, rahat bir yaşam isteği ile başlayan süreçte oluşan ödemelerine yetişmeye çalışan bir baba ve bu iki telaşlı ebeveyn arasında var olmaya çalışan bir çocuk…
Üç farklı bakış, üç farklı istek, üç farklı ihtiyaç…
İnsanın doğuştan getirdiği ve onu çevresinden farklı kılan olumlu özellikleri vardır. Tıpkı kişiye özel olan birbirinden farklı kıymetli mücevherler gibi.
Hızla akıp giden bu dünya hengamesinde; bazılarımız o kıymetli mücevherleri cebinden düşürmekte. Bazılarımız ise fark ettiği mücevherini korumak için çabalamakta. Oysa o mücevherlerin farkına varıp koruduğunda ve yenilerini eklediğinde kıymetine kıymet katmış olur. Şüphesiz insan en büyük hazinedir kendisine…
Her birinin istediği şey birbirinden farklı iken insanları bir arada tutan şey neydi?
Bizler bize doğuştan verilen bu kıymetli mücevherlerin ne kadar farkındayız?
Deneyimsel Tasarım Öğretisi insanın mutlu, başarılı olması ve doyumlu ilişkiler yaşaması için tutarlı, faydalı, uygulanabilir ve anlaşılır bilgiler sunar.
&
Olumlu özellikleri fark etmek... Evet bu gerçekten de iyi bir meziyet. İnsanın dığuştan getirdiği ona has bir olumlu özelliği var ve onu keşfettiğinde o kişiyi de kazanıyorsun aslında... peki kendimizi keşfetsek nasıl olur? ;)
YanıtlaSilNe kadar farkındayız?
YanıtlaSil"320 metrekare eve üç kişi neden sığamıyoruz acaba?"
YanıtlaSilNeden acaba 👀
:))
SilBizde sorguladık onu. :) demek ki insan somutlaştikca mekan ne kadar geniş olursa olsunn sığılmıyor.
Silİnsanlar ilerde daha rahat edeyim derken, şimdiki gününde daha stresli, gergin, yorgun oluyorlar.
YanıtlaSilİnsanın kendisini tanıması o mücevherlerin farkına varmasını sağlar? Peki kendimizi ve etrafımızdakileri nasıl tanıyacağız? :)
YanıtlaSilKim kimdir diye bir seminer var, orada cok faydali bilgiler veriliyor:)
SilInsanın kendini tanımadan sadece hayatın koşturmacasına kapılması çok üzücü...
YanıtlaSilben kimim, benden ne isteniyor ? Şu basit soru ile başlıyor hayat döngüsü ve anlam kazanıyor herşey....
Evet insan geçmişe dönüp ben bunları ne için yaptım bugün neredeyim diye bakınca gelecek için farklı şeyler yapması gerektiğini anlayabiliyor
SilFarkı fark etmeyince insan karşısındakileri etiketlemeye başlıyor...
YanıtlaSilİnsanın önce kendini tanıması kadar kıymetli bir şey olmaz. Kim Kimdir, bana kendimi daha yakından tanımamı sağladı.
YanıtlaSilİhtiyacımız olan neydi? Farklılıklarımızla bir olunca olumlu yanları daha da artıyordu. İnsanın neye ihtiyacı var? Bunu ayırt ettiğimiz de insan nasılda rahat ediyor.
YanıtlaSilO farklılıklardan dolayı insanlar bir araya geliyor, sonra ise bu farklılıklardan şikayet etmeye başlıyorlar.
YanıtlaSilRahat olayım diye yapılan işler pranga oluyor insanın ayağında.
YanıtlaSilKarşınızdakini tanıdıkça severiz
YanıtlaSilTanısan seversin aslında :))
SilFarklılıklar zenginlik ama fark edebilene
YanıtlaSilİnsan kendinde olanı çok fark edemiyor ve bunun bir nimet olduğunu anlayamıyor olabilir. Çünkü kendimizde olmayalı elde etmekle ilgili bir isteğimiz var. Eskilerin bir sözü vardır "Dimyata pirince giderken elindeki bulgurdan olmak" sanırım bu böyle bir şey🤍🌱
YanıtlaSilhayatın hızı ile panikleyen insan cebinden düşürüverdi mücevherlerini...
YanıtlaSilPaniklemeden, optimum hızda, bazen hızlı bazen biraz yavaş ilerlerken cebindekileri unutmayanlardan olalım, eve gidene kadar yumurtaları kırmamaya çalışan çocuk gibi hallerimiz bazen, o masumluğu kaybetmeyelim... İşin güzel tarafı da insan nimetlere, ona verilenlere şükrettikçe bir bakmışsın mücevherler çoğalmış, daha da parlamış...
Sil👏
YanıtlaSilmücevherlerimizi bize fark ettirenlere selam olsun :)
YanıtlaSilçok şükür...
Silİnsan amacını unutunca nasıl davranacağını sa kestiremiyorum. Boşlukta oluyor... hayat daha sarmal hale geliyor... Bir tek şunu düşünmek lazım. Herkes kendisi. Bunu kabullenenilmek...🌹
YanıtlaSilİnsanoğlu kendisine verilenleri standart kabul ediyor. Bir de hemen kendisine verilmeyenler ile ilgilenmeye başlıyor. Bu da o insanı mutsuz ediyor. Verdiklerine elhamdülillah vermediklerine de iki kere elhamdülillah.
YanıtlaSilEllerinize sağlık, devamını merak ediyorum :) İnsan nasıl mücevherlerini kaybetmez.
YanıtlaSil