Kayıtlar

BU HAYATIN YÜKÜNÜ HEP BEN Mİ TAŞIYACAĞIM?

Resim
Filiz, hayatının ilk yıllarında beri sorumluluğunu bilen bir çocuktu. Hatta kendiyle yetinmeyi ailesinin problemlerini de üstlenen tek kişiydi. Ağabeyi ve ablası olmasına rağmen nedense kimin derdi olsa Filiz’i bulurdu. Her zaman kapsayıcı, yönlendirici ve yükü omuzlayan Filiz olurdu. Bu nedenle Filiz, okul hayatında da başarıyı yakalamıştı. Bir zaman sonra atanmış öğretmen olmuştu. Ailesini maddi ve manevi desteklemeye devam ediyordu. Sanki ailesini tüm yükü onun üstündeydi. Filiz bunları yapması gerektiğini düşünüyordu. Çünkü bir yerde sorumluluk almak onun kolu bacağı gibiydi. Ona göre olması gereken de buydu zaten.  Genç ve güzel Filiz, okul ortamında tanıştığı Ali ile tanışıp evlendi. Aileler bu evliliğe çok hoş bakmasa da iki gönül bir olmuştu. Evliliğin ilk zamanları her şey yolunda gidiyordu. Bir süre sonra Ali’nin hayata karşı rahatlığı evine de yansımıştı. Şimdi kurduğu yeni ailenin sorumlulukları yine Filiz’in üzerine kalmıştı. Filiz maalesef bu sefer de Ali’ye ne dese y...

ZEYTİN DALI

Resim
Ben bir zeytin dalıyım. Rüzgâr dallarımın arasında eserken yapraklarıma dokunuyordu,  toprağın derinliklerine kök salarken bu rüzgar içimi ferahlatıyordu. Zeytinliğin yakınında olan evlerden çocuklar yanımıza gelir gidiyordu. Yusuf, bombalanma olmadığı sürece annesi onu zeytinliğe oynatmaya getirirdi. Yusuf sekiz yaşında, yüzünde güneş gibi bir gülümseme. Elinde küçük bir bakır tas olurdu; annesi köyün kuyusundan su taşır, o da bir iki damlasını hep bana dökerdi. “İç bakalım dost,” derdi Yusuf. Küçük parmaklarıyla gövdemi okşar, sonra toprağıma bir zeytin çekirdeği gömerdi. Annesi gülerdi: “Sen büyürken o da büyüsün, olur mu oğlum?” Rüzgâr o an başka eserdi. Tenime tenime dokunuyordu. Çocuğun sesinde bir huzur, kadının ellerinde bir sabır olurdu. Ben onların konuşmalarını dinler, dua gibi saklardım yapraklarımda. Onların bize döktüğü su ile bizler kökleniyorduk. Aynı annenin yetiştirdiği evlatlarda bu topraklarda kökleniyordu. Her gün gelen Yusuf o gün gelmedi. Gökyüzü bir anda kar...

SEN OKUMA BİLİR MİSİN?

Resim
Oku! Peki nasıl? Bildiğin gibi değil; gerçeğiyle okumak?  Sevdiğinin bakışını, sesindeki titremeyi, sana bakarken ki hissettiklerini... Sadece yazılanlar mı okunur? Yazılmayan sözler nasıl okunur? Görülenin haricinde görülmeyeni görebilmek… Anlamını yakalayabilmek… Uçan kuşa bakıp bir uçak görebilmek mi okumak?  Su..  Yaşam kaynağı deriz; peki yaşatan su muydu?  Sonbahara giren ağacın  yapraklarını usul usul dökmesine bakıp doğadaki uyumu görebilmek mi okumak denen şey..  Toprak ile buluşan bir tohum  topraktan eksiltmeden koca bir çam ağacına dönüşmesine şahit olmak mı okumak? Gecenin en karanlığının sonunda mutlaka o güneşin doğacağını bilmek mi okumak? Bir bebek  doğumuyla annesinin göğsüne süt dolması;  aynı anda olmasını ayarlayanı görebilmek mi okumak? Bir meyvenin tamda ihtiyacımız olan mevsimden oluşmasını görebilmek mi okumak?  İhtiyacı olana ihtiyacını veren kimdi? Toprağın yağmura ihtiyacı olduğunu bilen kim? İnsanın dinlenmey...

NAR TANESİ

Resim
 Bütün günün yoğunluğu akşam anlaşılıyordu. Buse pembe pijamalarını giymiş, meyve tabağını kucaklayarak koltuğa oturmuştu. Meyveyi soyarken arkadan gelen televizyon uğultusunda Buse’nin gözleri tabağa dalıp gitmişti… İçerisinde bir huzursuzluk hissi ile meyveleri soymaya devam etmişti. Aklı iş arkadaşlarıyla yaşadığı olaylara takılmıştı. İş yerinde arkadaşları ona ihtiyaç duyduğunda onların yanında olmaya çalışırdı. Hemen harekete geçer, arkadaşlarının işlerinin tamamlamasına yardımcı olurdu. Birimde ki arkadaşları bir dosya ile ilgili sorun yaşadığında hemen çözüm önerileri sunar ve ekstra iş yükünü üzerine alırdı. Ne zaman destek isteseler “Tabi yardımcı olurum.” derdi. Kendisinin bir konuda yardıma ihtiyacı olduğunda ise durum pek böyle değildi. Teksas sokaklarında otların uçuşması gibi birimde sessizlik hakim oluyordu. Sadece bu olsa belki bu kadar dert etmeyecekti. Ancak yardım etmek için aldığı işler artık üzerine kalmıştı. O işleri ondan başka yapan yoktu. İlk zamanlar yaptı...

''REEL'' Mİ ''GERÇEK'' Mİ

Resim
  Her gün yeni bir  ‘'reel'’ düşüyor önümüze. Afilli kutlamalar, şaşaalı malikâneler, o aman aman  film sahneleri… Yok yok… Kast ettiğim aslında bunlar değildi. Hoş,  bunlar da pek ‘reel’ sayılmaz ama… Dünyanın canının attığı yerden gelenler var… Toz dumanlı sokaklar… Yıkık binalar… En iyi ihtimalle yaralı insanlar… Annesini kaybetmiş yavrular, yavrusunu kaybetmiş anneler… Eskiden çok, şimdi neredeyse yok patili canlar…  Bir iki saniye görüp geçtiğimiz her sahne, onların geçemediği bir ömür. Biz izlerken geçti ama… O canım çocuk ağlamaya…  O cennetlik insanlar enkazda bir umut sevdiğini aramaya…  O yiğitler canlarının parçasını omuzlarında taşımaya…  O annenin ciğeri, yavrusunun kan kokusuyla  yanmaya…  Kundak yerine kefenlediği bitanesiyle vedalaşamamaya… O babanın yüreği acımaya…  Son kez canının parçasına bakarken, buz kesmeye… O anasının kuzusu elindeki yarayı, abisine göstermeye… O, küçük dev adam, kardeşini   kilomet...

GEÇİM DERDİ – Bölüm 2

Resim
                                  Leyla aile olmak ile ilgili yaşadığı farkındalık üzerine eşine şart koşmuştu; ya birlikte olacaklar ya da ayrılacaklardı. Aradan bir yıl daha geçmiş ama Kemal sonunda Eskişehir’de ailesiyle yaşayarak yapabileceği bir iş bulmuştu. Maaşı da eskisine çok yakındı. Ara sıra seyahat etmesi gerekiyordu sadece ve çoğunlukla da işi evden, bilgisayarından yürütebiliyordu.  Leyla’nın annesi sözleşmenin sadece 1 yıllık olduğunu ve Kemal’in Adana’daki işinden tam 1 yıllık ücretsiz izin alıp çıktığını duyunca kendi kendine köpürmüştü: “Bu oğlanın geçime tam gönlü yok mu?! Ne diye bağını koparıp gelmedi oradan? Bu sağlamcılıkla iyi evlenmiş valla bizim kızla, iyi okul bitirmiş, iyi iş tutmuş yine, Allah yüzüne bakmış!” Leyla bunları düşünüp kendine daha fazla stres yapamazdı. Şimdilik kocası yanlarına gelmişti ve bu ona yeterdi. İlk bir iki hafta her şey yolunda gibiydi, Kemal kı...