Kayıtlar

İÇERİKLER

KARŞILIKSIZ EMEKLER

Resim
“Seni doğuracağıma bir kalıp sabun doğursaydım, başımı yıkardım!” dedi annesi. Komşunun kızına ettiği sitem apartmandan duyuluyordu. Neşe, gülümseyerek mutfakta salata yapmaya devam ediyordu. Düşündü... Hakikaten insanoğlu ne hayallerle evlenir, çoluğa çocuğa karışır. Emeklerinin karşılığını alamamak ne de zor bir durumdur. İnsanlar bu hayatta birçok konuda emek verirler. Okul, ev, iş, çocuk, meslek, kariyer, eş… Çaba ve gayretinin karşılığını da görmek isterler. Nitekim insan kimi zaman görür de kimi zaman göremez. İşte o zaman ah eder en sevdiğine.  Sadece evladına değil bazen yol arkadaşına verir veriştirir. Nasıl mı? Çok yorgunsun, evi temizlemen gerekiyor, temizlemişsin. Eşinin en sevdiği yemekleri yapmışsın ve içeri girdiğinde bir güler yüz beklersin. “Günün nasıl geçti?” diye sormasını dilersin. Oysa hiç de umduğun gibi olmaz ve işler yolunda gitmez. Bizim adam güzelce yemeğini yemiş, gerile gerile yatıyor. Hem de yeni temizlediğin koltuğun üstünde! Neyle mi? Tabi ki iş kıy...

KADININ GERÇEĞİ

Resim
 Ne demektir Hak? “Gerçek” demek, değildir midir?  Gerçek ise tutarlıdır,  Tüm zamanlarda, tüm mekanlarda, tüm insanlar için geçerlidir… Peki, kadının gerçekliği nedir? Doğan, doğuran, besleyen, büyüten, Durmadan koşan, yükleri yüklenen mi? Yoksa… Yoksa yavrularına ne yedireceğini mi düşünen, Neresi daha korunaklı diye bakınıp duran, Verdiği şehidine yine olsa yine veririm diyen mi? Dünya,  masum şehrin kadınlarının haklarında da üçe ayrıldı, Birileri onların haklarını ellerinden aldı, Birileri yaşadıkları haksızlığa duyarsız kaldı, Ve çok azı onların yanında oldu, hakkını savundu. O gerçeklik, dünyada herkes için aynı olmadı... Zulüm, yeni bir hak gibi yaşandı, O halde kanunlarda yazan kadın hakları uygulanamadı. Neydi onların Hakkı? Eşini ve çocuğunu kaybetmesi mi, Evini terk edip kilometrelerce yürümesi mi, Sesini duyurmaya çalışırken susturulması mı? Çadırında suların üzerinde uyuyan kız çocuklarının hakkı nereye saklandı? Yiyecek bulamıyoruz diye ağlayan, Gözünd...

İLİŞKİLERDE USTALIK

Resim
Kim istemez? İlişkilerinde; Sevilmeyi, Saygı görmeyi, Değer gören taraf olmayı, Tercih edilen olmayı, Aranan kişi olmayı, İhtiyacının giderilmesini, Kıymetinin bilinmesini... Ve en nihayetinde... Mutlu ve Başarılı olmayı... Peki nasıl? insan, ilişkilerinde nasıl değer görür? Nasıl güçlü olur? Nasıl yöneten kişi olur? Uyum? Marifet? Netlik? Otorite? Mesela? Otorite ile Zorba aynı şey midir? Ya da uyum demek: Edilgen olmak mıdır? Marifet nasıl oluşur? Aynı şeylerin miktarını arttırmak problemi çözer mi? O zaman çözüm nedir? Peki öyleyse ilişkilerde nasıl  usta olunur? İLİŞKİLERDE USTALIK   & Deneyimsel Tasarım Öğretisi  insanın  mutlu, başarılı  olması ve   doyumlu ilişkiler  yaşaması için tutarlı, faydalı, uygulanabilir ve anlaşılır bilgiler sunar. & Bu hayatta insanlar iyi insanlarla karşılaşırlar… Aslında bu çok önemli değildir… Mesele iyi insanlarla birlikte olabilmek, "iyi insanlarla iyi ilişki kurabilmektir"... YAHYA HAMURCU & https://m...

HERKESİN BİR DİLİ VAR

Resim
Murat’ın evi, dışarıdan bakıldığında huzur dolu, sakin bir yuvaydı. Herkesin kendi düzeni, kendi alışkanlıkları vardı. Fakat ailede bir kişi, neredeyse herkesin ortak noktasıydı. Seda… Seda, evin ortanca kızıydı. Girdiği her ortamda hemen fark edilen, yumuşak sesi, gülümseyen yüzü ve insanlara yaklaşımındaki sıcaklığıyla dikkat çeken biriydi. Küçük yaşlardan beri bu şekildeydi. Okulda arkadaş canlısı, komşularla iyi ilişkiler kuran, gelen misafiri ilk karşılayan genellikle oydu. Onun için insanlara yakın olmak, samimi davranmak doğaldı. Biriyle konuşurken içtenlikle gülümser, dinler, anlamaya çalışırdı. İnsanlar da bu yönünü severdi. Hatta bazen dışarıdan biri ilk kez evlerine geldiğinde, aileden en önce Seda’yla kaynaşırdı. Ama bu tarafı, her zaman herkes için konforlu değildi. Ablası Aslı Seda’nın aksine, daha mesafeli ve kuralcıydı. Çocukluğundan beri her şeyin bir zamanı, bir şekli, bir sınırı olmalıydı onun gözünde. Tanımadığı insanlara kolay güvenmez, samimiyet kurmak için zaman ...

MÜHLET VEREBİLMEK

Resim
Can yine trafiğe çıkmıştı ve sinir harbi devam ediyordu. Her seferinde arıza tiplerin kendini bulması tesadüf müydü? Önündeki araç cep telefonuyla konuşuyor ve en sol şeritte yavaş yavaş gidiyordu. “Babasının yolu nasıl olsa!” diye öfkeyle söylendi. Öndeki araca selektör yapıyordu ama kimin umrundaydı? O sırada telefonu çaldı. Nasılsa yavaş yavaş gidiyoruz açayım diye düşündü. Telefonda eşi Fatma, birinci sınıfa giden kızından dert yanıyordu. “Canım bir an önce eve gel nolur, ben bu kıza ödev yaptıramıyorum. Anlatıyorum anlatıyorum anlamıyor!” Can Bey eşini dinleyip gazını aldıktan sonra derin bir nefes çekti ve “Hayatım geliyorum, biraz sabırlı ol, bu daha yedi yaşında bir çocuk. Sen kendi çocukluğunu düşün, okuma-yazmayı bir haftada mı öğrenmiştin? Ben ne kadar zorlandığımı hatırlıyorum. Kızımız da öğrenecek, biraz ona mühlet ver, az kaldı geliyorum inşallah” dedi ve telefonu kapattı.  Seyir halindeyken insan durup düşünemediği birçok şeyi düşünebiliyordu. Can geçmişine doğru git...

TUTAMIYORUM ZAMANI

Resim
Ayşe, serin bir İstanbul sabahında hızlı hızlı yürürken, etrafından hışır hışır seslerin geldiğini farketti. Yere bakınca, ayaklarının altında dev çınar yapraklarını gördü. Yapraklar da ne ara sarardı da, kahverengiye döndü diye içinden geçirdi. Geçen ay gittiği yaz tatili, sanki dün gibiydi. Zaman hemencecik geçivermişti. Çınar ağaçlarını, çocukluğundan beri pek severdi. Hep ona babasını hatırlatırdı. Babasıyla sonbaharda parka gittiği günleri anımsadı. Zaman ne de hızlı geçiyor diye içinden geçirdi. O meşhur şarkıdaki gibi tutamıyordu zamanı… Zihni; Ayşe’yi oradan oraya götürürken, birden iş görüşmesi saatinin iyice yaklaştığını fark etti ve adımlarını hızlandırdı.  Yine geç kalacağım galiba diyerekten telaşa kapıldı. Ayşe, plan yapma konusunda çok zayıftı. Neden böyle oluyordu ki? Aynı anda birçok şeyi yapabilirken, zamanlama konusunda hep gecikiyordu.  Ayşe, metroya koştu ama tam binecekken yüzüne metro kapısı kapanmıştı. Kendi kendine şikayetlenmeye başlamıştı… “Bu metro ...

SOFRADA SESSİZLİK

Resim
  İletişim çağında yaşıyoruz değil mi? Her an ulaşılabiliriz. Bir mesajla dünyanın öbür ucuna ses gönderebiliyor, bir görüntüyle varlığımızı kanıtlayabiliyoruz. Doğum günlerine post altına iyi ki doğdunlar yazıyoruz. Yeni doğum yapmış arkadaşımıza çiçek resimleri gönderiyoruz.  Ama ne garip… Sesler çoğaldıkça mesafeler büyüyor, bağlar zayıflıyor. Sanki teknoloji büyüdükçe biz yalnızlaşıyoruz. Elimizin altındaki telefonda binlerce takipçimiz var ama hasta olunca bir çorba getirecek arkadaşımız yok. Bir zamanlar göz göze bakarak konuşurduk; şimdi emojilerle his anlatmaya çalışıyoruz. Kolaylık çoğaldı, incelik azaldı. Birde tabi başka bir dikkat çekmek istediğim konuda; her şeyi kolaylaştırdıkça, marifetimizi unuttuk. Bir zamanlar sabırla yoğrulan sofralar vardı; şimdi “sipariş verildi” bildirimiyle doyuyoruz. Yemek yapmayı, az bir katıkla bereketi ailecek yaşamayı gittikçe unutuyoruz. Yemeği beğenmeyen çocuğun alternatifleri oluşuyor siparişle istediğimi alırım diye düşünüyor. B...