Kayıtlar

KURBAN DEDİĞİN

Resim
  O zaman geldi... Kurban bayramı zamanı... Sahi nedir bu zamanı kıymetli kılan? Geceleri ikramlık hazırlama telaşıyla uykusuz kalmak mıdır... Her yerin et koktuğu bir zaman diliminden ibaret midir... Temizlenen evi kirlettiler diye evi temiz tutma telaşıyla çocuklara kızmak mıdır... Ya da bilenmeyen bıçaklar için çıkan kavgayla günleri küs geçirmek midir... Önce benim aileme gidelim diye başlayan tartışmalar mıdır... Yoksa kurban... Önem verdiklerini en sevdiğin için feda etmek midir... Ayrılmak zannederken kavuşmak mıdır... Kaybediş gibi görünen o anda verilen müjdenin sevinci midir... İnsanın "Artık buraya kadar" dediği yerde buradan sonrası için şükretmesi midir... O zaman verilen müjde ile sevinme zamanı... Bayramınız bayram olsun...   & Deneyimsel Tasarım Öğretisi   insanın  mutlu, başarılı  olması ve   doyumlu ilişkiler  yaşaması için tutarlı, faydalı, uygulanabilir ve anlaşılır bilgiler sunar.  & " Her düşmüşün asıl sorusudur......

GERÇEK BAYRAM NEYDİ?

Resim
Meryem ve Hülya ilkokul ikinci sınıfa giden iki arkadaştı. Birbirlerini çok severlerdi. Sınıfta beraber otururlar, birlikte vakit geçirmekten keyif alırlardı. Ev hayatları ise birbirlerinden çok farklıydı.  Meryem kalabalık bir ailede bahçeli bir evde yaşıyordu. Sıcak bir mahalle ortamları vardı. Hülya ise çekirdek ailesi ile apartmanda yaşıyordu. Oturdukları çevrede akrabaları da yoktu. O yıl bayram tatiline çok az kalmıştı. Çocuklar kendi aralarında bayramda nerede olacaklarının konuşuyorlardı. Meryem gözlerinin içi parlayarak, “köydeki bayramlar çok keyifli geçiyor, köye gideriz” dedi.  Hülya ise, “Sıradan bayram işte, evde oluruz herhalde” diyordu. Sıradandı çünkü onlar için bayramda farklı bir şey yapılmazdı.   Meryem’in bayramı çok neşeli geçiyordu. Kuzenleri teyzeleri dayıları herkes köyde oluyordu. Arife gününden gidip hep beraber anneannesinin evini temizliyorlardı. Çok kalabalık oldukları için işleri de çabuk bitiyordu. Bir taraftan sarmalar sarılıyor bir t...

CAN DOSTUM

Resim
Yoğun geçen bir haftanın sonunda dinlenme ümidi ile yatağına uzanmıştı. Tam gözlerini kapatırken telefona bir bildirim geldi. Umursamayıp dönse de bildirimler peş peşe gelmeye devam ediyordu. Uzanıp telefonunu aldı. Mesajlar en yakın arkadaşı Sevda’dan gelmişti.  - Kuzum uyudun mu?  - Benim için önemli bir konu var. - Mesajımı görünce bana hemen döner misin? - Senin fikrine ihtiyacım var. Ayten bir gözü açık, bir gözü kapalı cevap yazdı. Öğlen yemeğinde buluşmak için anlaştılar.  Buluşmak için işlek bir caddenin sakin bir mekanını seçmişlerdi. Yüksek sesli müzikler çalmayan, masalarının arası açık, ferah ve sakin bir mekandı. Sarılıp özlem giderdikten sonra masalarına geçtiler.  Sevda tebessümle karşıladı Ayten’i… - İyi ki geldin fikirlerine gerçekten ihtiyacım vardı. Hayatım son dönem de çok karmaşık. Kafamın içi aynı bu cadde gibi karmaşık. Bu dingin mekan gibi benimde hayatımı sakinleştirmeye ihtiyacım var.  - Canım önce sipariş verelim. Karnı aç olan Ayten’i...

VADİ KONAK NO:18 / Kıymet Alınmaz, Verilir - Bölüm 3

Resim
  Şebnem olanlardan sonra, yanlışlıkla perdeye takılıp düşüvermiş bir orkide dalı gibi sessizce içine çekilmişti. Onca şeyden sonra neye üzüleceğini şaşırmış, bir yandan da olabildiğince hızlı toparlanmaya çalışmaktaydı. Huzura benzeyen, adını tam da koyamadığı tatlı bir his misafir olmuştu ona bugünlerde. Tıpkı yaz akşamları ılık ılık esen rüzgar tadında bir histi bu.  Bazı sabahlar dev güneş gözlükleri arkasına saklanıp site sakinleri uyurken dışarıda biraz turluyordu.  Hem yürümek hem de yalnız kalmak ve harekette olmak iyi geliyordu. Her attığı adımda bir huzur yükleniyordu sanki. Sinan da verdiği aşırı tepkiden pişman olmaya başlamıştı. Ortağı Fuat kenara çekti bir gün:  “Kanka çok abartmadın mı artık? Şebnem Abla üstüne titriyor. Bu devirde kadınlar çok bencil. Şebnem Abla ise sen ne dersen yapmaya hazır. Kıymetini bil bak pişman olursun!  Tamam, o da abartmış ama kırk yılda bir böyle bir hata yapmış, özgüveni düşmüş demek ki. Hem kadınlar severler böyle i...

MUTLULUK AYAKKABI BAĞLAMAYI ÖĞRENMEK OLABİLİR Mİ?

Resim
Ela o gün kafede arkadaşıyla buluşacaktı. Boğazın kenarında şık bir kafe seçmişlerdi, salaş yerleri sevmiyordu. Buluşmaya erkenden gitmişti, arkadaşı ise biraz geç kalmıştı. Aksi gibi telefonunun da şarjı bitmek üzereydi. O sırada oyalanacak bir şey aradı ve bir kahve söyledi. Kahvesini yudumlarken deniz manzarasını seyrediyordu bir yandan. O sırada kulağı arka masada konuşanlara takıldı.    Konuşmalar dinledikçe dikkatini de çekmeye başlamıştı. Bir yandan da dinlediğini belli etmemeye çalışıyordu. Kulağına gelen seste birisi şöyle diyordu:  - Hz. İbrahim’in RABbini aradığı gibi mutluluğu arıyor insanlar. Mutluluk bir sürü arkadaşa sahip olmak mı? Değil. Öyle olsa bir süre sonra telefonuna bakmaya başlamazsın. Yayınladığı sosyal medya postuna ‘beğeni’ almak mı? Değil. Bir süre sonra hiçbir etkisi kalmıyor. Mutluluk uzun süreli olmalı. İsminin başına eklenen etiketler mi? Doktor, avukat vs. O da değil. Öyle olsa mutsuz doktor ya da avukat olmazdı.  Ela o sırada “ben ...

YENİDEN YEŞERTMENİN TAM ZAMANI

Resim
Çocukluğumun en güzel hatıraları, babaannemin dizinin dibinde toplandığımız o sıcacık anılarda saklı. İncir ağacının gölgesinde ona hayranlıkla kulak verirdik. Bazen tatlı tatlı gülümseyerek bir mani söyler, bazen de geçmişten bir hikâye anlatırdı. Ne söylese içimize işler, gözlerimizin içi gülerek dinler, hiç bitmesin isterdik. Babaannemin küçük, sedef işlemeli bir çakısı vardı. O çakı cepten çıktığında bilirdik ki bir meyve soyulup avucumuza bırakılacak ve ardından birkaç nasihat gelecekti. En çok incir zamanlarını severdim. Bahçedeki incir ağacının dallarına uzanır, elleriyle topladığı incirleri hepimize pay ederdi. “İncir meyvesi berekettir,” derdi, “Her lokmasını kıymetini bilerek ye.” Onun bu sözleri, yıllar sonra inciri neden bu kadar sevdiğimi anlamamı sağladı.  “Hayatta yerini bil, sorumluluk al, faydalı ol,” derdi. O zamanlar bunun ne kadar büyük bir öğreti olduğunu anlayamamıştım.  Aynı incir gibi… İncir, tarih boyunca bolluğun, bereketin simgesi olmuştu. Ama ona du...

VADİ KONAK NO:18 / Nereden Nereye? - Bölüm 2

Resim
Şebnem gençliğinde kendisine verilmiş olumlu özellikleriyle çevresinde sevilen, saygı gören bir doktordu. Son zamanlarda ne olduysa kendini tanıyamıyor, kontrolsüz tepkilerine bir sebep arayıp duruyordu. Hayatındaki bu değişim hızı, freni patlamış kamyondan farksız değildi.  İnsan kendisine verilen mücevherleri neden kaybeder?  Mücevher mi kıymetini kaybeder, yoksa insan mı? Sinan’la tanıştığında; güler yüzlü, esnek, şakacı olması Şebnem’e çok cazip gelmişti. Çünkü bu özellikler kendisinde yoktu. Sinan’la da bu yüzden tamamlanıyor gibi hissediyordu. Onunla olmak Şebnem’i heyecanlandırıyordu. Her gün farklı bir yönü ile karşılaşıp hayran oluyordu. Gün geçtikçe Sinan’a olan ilgisi de artmıştı. Bu ilginin devamını evlilikleri takip etmişti. Sonrasında çocuklarının olması da ilişkilerini güçlendirecek bir unsur olduğunu düşündü. Yaşadığı bu duyguyu Sinan’la bağdaştırıp onu kaybetmekten ödü kopar hale gelmişti. Bu korku onu daha da düşkün, Sinan’ı da bir o kadar umursamaz yapmıştı....