Kayıtlar

YA OLMASAYDIN?

Resim
Akşam güneşi yansımaya başlarken pencerelerden, evlerde bir telaş bir koşturmaca olurdu bu günlerde. Sokağa yayılan mis gibi yemek kokuları, mahallenin fırınından gelen buram buram pide kokusunun peşinde kuyruk oluşturan çocuklar.  Ali'lerin evinde de bir koşturmaca vardı. Herkes bir işin ucundan tutmuş koşturuyordu. Ali ise babaannesinin yanında oturmuş duasının bitmesini bekliyordu. Soracağı sorular vardı.  - Babaanne arkadaşım oruç tutacakmış ben de oruç tutmak istiyorum ama neresinden tutmam gerekiyor?  Babaanne torunu Ali'nin başını okşayarak gülümsedi.  - Bir yılda 12 ay vardır yavrucuğum. Bunlardan bir tanesi çok kıymetlidir. Kıymetini biz ölçemeyiz. Ah evladım keşke biz de kıymetini tam olarak bilebilseydik. - Hangi ay babaanne merak ettim, adı ne? - Merak et ki öğrenebilesin evladım. Bu ay ne kadar güzel bir aydır bir bilsen. Bu ayda yapılan her şey çok kıymetli. Ettiğin tebessüm, yaptığın yardım, çocuklara sevgin, yaşlılara hürmetin, anne babana yapıp ettik...

SADECE “UZAK DUR” DENMİŞTİ

Resim
İnsanoğlu ister, İnsanoğlu bazen kendi dışında herkesten bir şey bekler, İnsanoğlu “Haydi yapalım!” der ve yapar, Ama insanoğlu “Uzak dur!” denildiğinde, duramaz. Uzak durması gerekenler istekleriyse eğer, Yaklaştıkça yaklaşır, Hem de yavaş yavaş, fark etmeden…   Her yaklaşma aynı zamanda zıddından da uzaklaşmadır, Her yaklaşma aynı zamanda daha da istemektir, Bazı yaklaşmalar problem ve güç kaybetmektir. Daha çok sorun, daha çok beklenti, stres ve acı demektir. Önemli olan neye yaklaşığın, nelerden uzaklaştığındır. O acıya rağmen yine de ister insanoğlu, Hem de istememesi gerekeni, O acıya sebep olanı ister, sebep olduğunu fark etmeden. Neden ister ki eğer acı varsa sonunda? Bilmez mi her isteğinin ona hak olmadığını? O isteğin dibinde, iradenin, söz hakkının olmadığı yerde. Kendi özgürlüğünü kendi tutsak eder hale getirdiğini  Bilmez miydi insan… İnsanın her isteyişi, başka isteklere,  Her uzak durmayışı başka yakınlaşmalara gebe olur… Başka zararlara, başka mutsuzlukla...

HER İSTEDİĞİNİ YAPMAK MIYDI ÖZGÜRLÜK?

Resim
İnsanların dikkatini çeken ve aklında yer eden bir siması vardı. En dikkat çekici özelliği ise siyah ve mor karışımı olan saçlarıydı. Herkesin ona bakmasına alışmıştı Arzu ama o sadece telefonuna bakar, kafasını bile kaldırmazdı. Her zaman kendi yolu, kendi seçimi ve kendi fikirleri vardı. Arzu, kendi istediği şekilde yaşardı hayatını. Ne de olsa özgürdü bu hayatta … Üniversiteye başlamasıyla birlikte farklı bir şehre gitmiş ve aile evinden de ayrılmıştı. Üniversiteyi bitirmekte de zorlanıyordu. Ona göre bir yerde sabahtan akşama çalışmak özgürlüğünü kısıtlayan bir şeydi. Özgür olabileceği bir iş ve ortamı istiyordu. Sonunda sevebileceği bir iş bulmuştu, internette içerik üretiyor ve insanlara gösteriyordu. Bundan bir de para kazanıyordu. Bu iş bayağı onun vaktini almaya başlamıştı. Bu yüzden üniversiteyi de uzatmıştı hatta. Son iki yılda o kadar değişmişti ki ailesi bile görse tanıyamayabilirdi. Telefonunda uzun süre vakit geçirmeyi severdi, yeni diziler ve filmler izleyerek ...

BİR SİMİT EKSİKTİ

Resim
Fırının önünde durdu. Taze ekmek kokusunu içine çekti. Cam vitrininde çeşit çeşit ekmek ve poğaçalar duruyordu. Ne zaman buradan geçse 5 yaşında bir çocuğa dönüşüyordu. Paraları zar zor ekmek almaya yetiyordu o zamanlar. Fırının önünde hep sıra olurdu. Vitrine baka baka sırada ilerler sonra da iki ekmek derdi. Hep iki ekmek… Poğaça simit diyenlere dünyanın en zengin insanları gözüyle bakardı. Bazen eve gelir kendi kendine ayna önünde konuşurdu. "İki simit lütfen, gevrek olsun. Dört poğaça rica ediyorum; iki zeytinli, iki kaşarlı." Nasıl da neşelenirdi o anlarda.    Şimdi 35 yaşındaydı. İçinde yaşayan o 5 yaşındaki çocuğun duygularını unutamıyordu bir türlü. Ona göre iki ekmek dünyanın en hüzünlü kelimeleriydi. Bu günlere kavuşmasının sebebiydi belki de o günler. Şu anda sahip olduklarını kıymetlendiren şey belki de o günlerde yaşadıklarıydı... "O hüzünlü çocuk olmasaydı şimdi olduğum yerde olur muydum acaba?" diye düşündü kendi kendine.    Senelerce azimle çalıştı. ...

YİNE, YENİ, YENİDEN…

Resim
Uzun bir iş günü sonrası yürüyerek eve dönüyordu Nazlı... Ayakkabısının kar birikintisinde çıkardığı ses iç sesinin aksine huzur vericiydi... Aklından bir türlü yöneticisinin sesi gitmiyordu. "Yinele" modunda tekrarlanıyor, sakinleşemiyordu. Derin bir nefes alıp başını yukarı doğru kaldırdı. Kar taneleri yavaş çekimde düşüyor, bir süre havada asılı kalıyordu. Bir an kendisini kar küresinin içinde hayal etmişti, kürenin içinde gördüğü kız bu kadar mutluyken o neden mutlu olamıyordu? Bir önceki iş yerinden istifa ettiği günü anımsadı. Artık her şey farklı olacak diye hayatını tamamen değiştirmeye karar verdiği o gün... Yönetici ve çalışma arkadaşları da dahil kimseye söylemeden bir anda insan kaynaklarına çıkıp istifasını vermişti... Bu iş yerinden, bu şehirden hatta bu ülkeden gidecek her şeye yeniden başlayacaktı. Bir daha asla böyle bir iş yerinde çalışmayacaktı. Nerede çalışırsa  çalışsın bundan daha iyi olacağına adı gibi emindi. Genel müdürün gözüne girmek için tüm gün ça...

HAYALLERİMDEKİ DÜĞÜN

Resim
Elif, iri siyah gözleri, elma gibi yanaklarıyla güzel mi güzel bir çocuktu. Çok iştahlı olmadığından annesi ona "Elifciğim yemek yemezsen büyüyemezsin, büyüyemezsen de gelin olamazsın" derdi. Elif’i ikna etmenin en iyi yoluydu bu... Çünkü Elif'in hayallerini süsleyen en güzel şeydi gelin olmak. Evdeki beyaz örtüleri ve tülleri birbirine bağlayıp gelinlik yapar "Benim gelinliğimin kuyruğu çoook uzaklara kadar gidecek" derdi.  Eline ne geçerse hepsini gelinlik parçaları yapar, onunla gezer dolaşırdı. Misafirliğe gittikleri yerlerde bile bir şey bulamazsa sofra bezinden gelinlik yapardı. İlkokulda okuma bayramında giydiği kıyafet de tabi ki gelinlikti. Ortaokul mezuniyet töreninde ise gelinliğe benzeyen bir kıyafet seçmişti. Derken Elif büyüdü ve serpildi… Üniversitede aynı sınıfta okuyan arkadaşı Berk’le birbirlerini sevmişlerdi ve evlenmeyi istiyorlardı. Elif'in gelinlik ve düğün ile ilgili hayalleri devam ederken Berk için düğün gereksiz anlamsız bir sürü an...

BANA KADERİMİN BİR OYUNUMU BU? - Bölüm 3

Resim
Aynı sebepler aynı sonuçları meydana getirmişti. Çok sevildiğinde o da çok sevecek ve ilişkileri hiç bozulmayacak zannetmişti Sıla. Çok mu şey bekliyordu hayattan? İnsanlar ne oluyordu da ilişkilerini bu hale getiriyordu? Başkalarının kendileri için neler yapıp yapmadığını düşünmekten, zamanla kendini göremez hale gelebiliyordu bazen insan. Dışarıya bakarken kendine de yabancılaşıyordu. Ve bu döngünün içinde sıkışmış bir halde yalnızlığı kendine hak görmeye başlıyordu. Kişi yaşadığı olaylarda sebeplerini değiştirmeden sonuçlarının da değişmesini bekliyordu ama işler öyle yürümüyordu… Hayatta insana; yaşadıklarına yön verebilme, değiştirebilme gücü verilmişti… Doğru yere bakmakla değişecekti hikayesi, doğru yere konsantre olmakla… Kendine sorduğu soruyu hatırladı Sıla… "Bana kaderimin bir oyunu mu bu?" Ve acı bir tebessümle "Kader diyemezsin. Sen kendin ettin, kendin buldun" diye ekleme yaptı içindeki sese.  Nihayetinde sorusuna doğru bir cevap verebilmişti. Kabulle ...