Kayıtlar

kıymet etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

VADİ KONAK NO:18 / Kıymet Alınmaz, Verilir - Bölüm 3

Resim
  Şebnem olanlardan sonra, yanlışlıkla perdeye takılıp düşüvermiş bir orkide dalı gibi sessizce içine çekilmişti. Onca şeyden sonra neye üzüleceğini şaşırmış, bir yandan da olabildiğince hızlı toparlanmaya çalışmaktaydı. Huzura benzeyen, adını tam da koyamadığı tatlı bir his misafir olmuştu ona bugünlerde. Tıpkı yaz akşamları ılık ılık esen rüzgar tadında bir histi bu.  Bazı sabahlar dev güneş gözlükleri arkasına saklanıp site sakinleri uyurken dışarıda biraz turluyordu.  Hem yürümek hem de yalnız kalmak ve harekette olmak iyi geliyordu. Her attığı adımda bir huzur yükleniyordu sanki. Sinan da verdiği aşırı tepkiden pişman olmaya başlamıştı. Ortağı Fuat kenara çekti bir gün:  “Kanka çok abartmadın mı artık? Şebnem Abla üstüne titriyor. Bu devirde kadınlar çok bencil. Şebnem Abla ise sen ne dersen yapmaya hazır. Kıymetini bil bak pişman olursun!  Tamam, o da abartmış ama kırk yılda bir böyle bir hata yapmış, özgüveni düşmüş demek ki. Hem kadınlar severler böyle i...

KAHVEYİ KIYMETLENDİREN NE?

Resim
Kahve içelim mi? Sana kahveye geliyoruz! Bir kahve de mi içmeyelim şimdi. Kızım, misafirlerimizin kahvesini yapıver. Önce kahvelerimizi içelim sonra kızımızı isteriz. Hayatımızın neredeyse her noktasına dokunan kahve…  Kahve, insanlarla ilk olarak nerede ve nasıl buluşmuş? Bu başlangıç sürecinde bir ihtiyaç ürünü olarak tüketilirken, kıtalar aşarak farklı toplumların, kültürlerinde vazgeçilmez yeri nasıl oluşmuş? Kahve ile ilgili birçok efsane vardır. En yaygın olan efsaneye göre, bir çoban ormanda yayılan keçilerinin kahve ağaçlarının meyvelerini yedikten sonra daha enerjik olduklarını fark etmiş. Kendi de denemiş gerçekten zindelik verdiğini fark edince ihtiyaç duyduğunda kahveyi kullanmaya başlamış.  Bulduğu bu deneyimini çevresi ile de paylaşmış. Faydasını gören insanlar çoğalınca bir de aroması da lezzetli olunca namı kıtalara yayılmış.  Osmanlı Devleti'nin sınırları çok farklı coğrafyalara ulaştığından sebep Osmanlının kahveyle tanışması ile birlikte İstanbul'da pop...

“HAYIR” DEMEK İSTİYORUM

Resim
Ayşe aceleyle yatağından kalktı, gözlüklerini takıp saate bakmaya çalıştı. O da ne? İşe gitmek için çok geç kalmıştı. Hemen hazırlanıp evden çıktı ve otobüse yetişmek için koşmaya başladı.  Ayşe’nin evi işyerine yaklaşık bir saat uzaklıktaydı. Otobüste giderken ya kitap okur ya müzik dinler ya da zihninde, geçen günlerin kritiğini yapardı. Şimdi yine yoldaydı ve dün olanların kritiğini döndürüyordu zihninde. “Orada hayır demeliydin Ayşe! Neden hemen tamam dedin sanki? Ağzından hiç mi hayır çıkamıyor senin? Bak diyeceğin şey şu ‘Hayır’ ama nerde sende o yürek?”  Ayşe’nin kendinde en sevmediği özelliği hayır diyemeyişiydi. Birisi ondan bir şey istediğinde hayır diyemez, yapmaması gereken şeyleri yaparken bulurdu kendini.  Ekip arkadaşı Zeynep bazen işe gelmiyor ve işlerini halletmesi için de sürekli Ayşe’den yardım istiyordu. İşe gelse dahi bazı işlerden kaçıyor ve Ayşe’nin hayır diyemediğini bildiği için işleri genellikle onun üzerine yıkıyordu. Ayşe bu durumun farkında ol...

MUTLULUĞUN SIRRI EKSİKLİK Mİ?

Resim
Yoğun geçen bir haftayı daha geride bırakmıştı Ayşe. Yeni bir proje almıştı çalıştığı iş yeri. Bu proje yüzünden sabahlara kadar çalıştığı günler de olmuştu ve nihayet bitmişti. O hafta sonunu kendine ayırıp ne zamandır ertelediği işlerini yapacaktı. İlk olarak gardırobundan başladı. Düzen seven biriydi aslında ama o yoğunlukta dolabı da zihni gibi dağınık kalmıştı. Dolabı toplandıkça zihni de toparlanıyordu sanki… Evdeki işlerini bitirdikten sonra dolabının üst rafında sakladığı ahşap kutuyu aldı. Yatağının üzerine oturdu ve kapağını açtı. İçerisinde çocukluğundan kalan hatıraları vardı. İlk çizdiği resim, ilk oturdukları ev, ilk bisikletinin resmi, okul gösterisinde çekilen fotoğrafları… Ne kadar kıymetliydi Ayşe için. Üzerinden yıllar geçse de hala saklıyordu. O günleri özlediğinde kutuyu açıp bakarak hasret gideriyordu. O zamanlar sahip oldukları şeylerin sınırlı olduğunu ve buna rağmen ne kadar mutlu olduklarını tekrar görüyordu o kutunun içerisinde. Küçük bir kasabada, maddi imkâ...

BİR SİMİT EKSİKTİ

Resim
Fırının önünde durdu. Taze ekmek kokusunu içine çekti. Cam vitrininde çeşit çeşit ekmek ve poğaçalar duruyordu. Ne zaman buradan geçse 5 yaşında bir çocuğa dönüşüyordu. Paraları zar zor ekmek almaya yetiyordu o zamanlar. Fırının önünde hep sıra olurdu. Vitrine baka baka sırada ilerler sonra da iki ekmek derdi. Hep iki ekmek… Poğaça simit diyenlere dünyanın en zengin insanları gözüyle bakardı. Bazen eve gelir kendi kendine ayna önünde konuşurdu. "İki simit lütfen, gevrek olsun. Dört poğaça rica ediyorum; iki zeytinli, iki kaşarlı." Nasıl da neşelenirdi o anlarda.    Şimdi 35 yaşındaydı. İçinde yaşayan o 5 yaşındaki çocuğun duygularını unutamıyordu bir türlü. Ona göre iki ekmek dünyanın en hüzünlü kelimeleriydi. Bu günlere kavuşmasının sebebiydi belki de o günler. Şu anda sahip olduklarını kıymetlendiren şey belki de o günlerde yaşadıklarıydı... "O hüzünlü çocuk olmasaydı şimdi olduğum yerde olur muydum acaba?" diye düşündü kendi kendine.    Senelerce azimle çalıştı. ...

DEDEM VE BEN - İŞİN İÇİNDEN NASIL ÇIKARIM?

Resim
  Dedeciğim, Son mektubundan sonra problemlerimi çözmek konusunda bana çok güç verdin. Senin sayende doğruyla yanlışı daha kolay ayırt edebilir hale geliyorum. Hayatta birilerinden deneyim alabilmek çok kıymetliymiş dedeciğim, bu süreçte en çok bunu anladım. Fakat gel gelelim benim bu sıralar yaşadığım başka bir problemim daha var… Bazı problemlerimi çözsem de bu konuda işin içinden çıkamadım. Bunu çözse çözse benim aslan dedem çözer dedim. Dedeciğim, yakın arkadaşım Tarık’ı tanıyorsun. Bize geldiğinde sizi tanıştırmıştım. Tarık ile çok güzel giden bir arkadaşlığımız vardı ama nasıl olduğunu anlayamadım bir şekilde aramız açıldı. Ben arkadaşlığımızı toplamaya çalıştıkça Tarık benden daha da uzaklaştı.  Ona çok değer veriyordum ve hala da çok değer veriyorum. Onun için neler yapabilirim, nasıl eskisi gibi olabiliriz diye düşünüyorum. Aslında onun için o kadar şey yaptım ki yaptıklarımın karşılığı bu muydu diye düşünmeden de edemiyorum dedeciğim. Tarık aile içerisinde maddi ve m...

AH NERMİN HANIM

Resim
Pencerenin önüne oturup çayını eline alır, gökyüzünün yağmurdan sonra değişen rengine dalar saatlerce düşünürdü.  Bazı günler gözlerinden akan yaşlar eşlik ederdi cama vuran yağmur damlalarına.  Puslu bir havaya gözlerini açmıştı Pelin. Böyle havalar bazen hoşuna gider bazen de onu çok sıkardı. Yine öyle garip hissettiği bir gündü.    Yataktan zar zor kalkmıştı, evin içinde biraz dolaştıktan sonra mutfağa giderek ocağa çayı koydu. Dolaptaki kahvaltılıklardan kendisine göre bir sofra hazırlarken bir yandan da çayını demledi. Karnını hızlıca doyurup, en büyük kupalarından birine çayını doldurdu. Bugün yapmaktan en keyif aldığı şeyi yapacaktı, camın önüne oturup yağmuru izlerken çayını içmek…  Salona geçip camın önündeki koltuğa otururken birden gözüne Nermin Hanım takıldı, apartman girişinden hızlı adımlarla binaya doğru yürüyordu. Nermin Hanım; Pelin’in alt kattaki komşusunun çocuğuna bakıyordu.  "Ah Nermin Hanım! Bu yaşında yağmur da olsa soğuk da olsa yine...

SON DOKUNUŞ

Resim
Bir yılın daha sonuna gelinmişti. Tüm o koşturmaca bitmiş geriye sadece yorgunluğu kalmıştı. Sonra nedense içinin sıkıldığını fark etti Leyla. Öğretmenler odasında kalan son eşyalarını toplarken seneye hangi okulla sözleşme yapabileceğini düşünüyordu. Belki de boş kadro açılmayacaktı, özel derse talim edecekti. Okulda değer verdiği ve iyi anlaştığı Nebahat Hanım, edebiyat öğretmeniydi. Okulun kadrolu eski öğretmenlerindendi. Leyla’nın yüzünün üzgün ifadesini görünce yanına gelip omzunu sıvazladı. Dolabından aldığı bir kitabın ortasından işaretli bir bölümünü açıp okuması için Leyla’ya uzattı.   Leyla öğretmenler odasındaki tekli koltuğa yerleşerek Edebiyat öğretmenin verdiği kitabı işaretli yerinden okumaya başladı. *** "Ne garip değil mi? Sevdiğimiz bir şeyler biterken insanın içine bir hüzün basıyor. Bir projenin bitimi hatta bir filmin ya da bir kitabın bitişi. Yaz tatilinin, en sevdiğin pasta diliminin, belki de özlenen bir arkadaşla kahve sohbetinin bitişi. Oysa bir şeyler bi...

NEDEN GÖZLER ÖNÜNDEYİZ?

Resim
Her şey o kadar gözler önünde yaşanır oldu ki… Önceleri ya aile arasında ya da yakın arkadaşlarla birlikteyken kutlanırdı doğum günü, evlenme teklifi ya da o mekânda bulunanlarla güzeldi kına gecesi… ancak şimdilerde yakınların dışında yakın olmayanlarda görür oldu bekarlığa vedayı, mezuniyeti, cinsiyet öğrenme partilerini, insanın eşiyle yediği özel yemeği… Güzel anlarımızı, sevdiklerimizi ve sevdiğimiz şeyleri neden başkaları görmesin ki? Bir yarış içerisindeyiz, en mutlu benim, en güzeli bende ve hep öyle… en iyi eş, çocuk, ev, iş neyse aslında bir anı gerçek olup her anı gerçekmiş gibi gözler önüne serdiğimiz mutluyuz yarışı… Tatil fotoğraflarını paylaşmaktan tatil yapamadığımız bir dönemdeyiz… Hayatım hep böyleymiş gibi gösterdiğim çoğu şey birkaç fotoğraf karesi ve andan ibaret, "Hangimiz daha çok görünürüz" çabası içinde kaybolan mutluluğumuzu ve değerlerimizi fark etmekte zorlanıyoruz. İnsan kendini bu kadar görünür kıldığında hissettiği şey neydi? Neden buna ihtiyaç ...

YA BEN OLSAYDIM?

Resim
  Sıradan bir gündü. Alışverişe gitti; meyve, sebze, bakliyat, yağ biraz da “ağzımız tatlansın” dedi. Ne varsa aldı. Çeşit çeşit yemek yaptı ama evde kimse memnun değildi. Bir de evde olmayanı istediler. Aldıkları buzdolabına yerleştirdi, “bozulmasınlar yeriz” dedi. Kim bilir sırası ne zaman gelecek olan kıyafetlerini de çamaşır makinesine attı. Yorulmuştu sıcak bir duş aldı. Sonrasında ise elinde kahvesiyle kanepeye uzandı. Uzun zamandır beklediği dizinin yeni sezonu çıkmıştı. Bu akşam onu izleyecekti çünkü günlerdir heyecanla bu anı bekliyordu. Tam dizisini izlemeye başlayacak, birden elektrikler kesildi ve apartmanda bir ayaklanma oldu. Yarım saatlik kesintide apartmanda yer yerinden oynadı. Bakım yapılacakmış trafolara; “elektrik giderse tüm gün ne yapacağız?” dediler. Birkaç saatlik kesinti için jeneratör talep ettiler. Ne çok gürültü vardı, apartmanda karşılıklı oturan komşular tartışıyor, sesleri geliyordu. Sebebi ise 5 yaşındaki çocukların birbirini itmeleriymiş. Bu gürültü...