Kayıtlar

iyi etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

KİMSEYE ETMEM ŞİKAYET

Resim
Sıcak bir yaz günüydü... Neşeli bir şekilde evden çıkıp denize gitmek için arabaya doğru ilerliyordu Yılmaz ailesi. Herkes denize gitmenin heyecanını ve mutluluğunu yaşarken bir tek Kübra’nın yüzü gülmüyor, erken kalktıkları için söylene söylene etrafı seyrediyordu.  Oysaki tüm kış boyunca “Yaz gelse de denize gitsek” diye dertlenen de yine kendisiydi... Annesi içinden “Bu kız çocukluğundan beri değişmedi hep mızmızdı yine mızmız...” diye geçiriyordu. Kübra kardeşlerinden çok daha güzel ve dikkat çeken biriydi fakat doğuştan bir kalp hastalığı vardı. Hastalığından dolayı çocukluğunda üstüne çok titrenmişti. “Yeter ki ağlamasın” diye ne isterse yapılmış yine de mutlu edilememişti. Sıkılgandı, sürekli bir şeyler ister, istediği şey olmadığında çevresindekilere dünyayı dar ederdi. İstekleri gerçekleştiğinde de sonuç pek farklı olmazdı. Bir süre sonra başka şeyler talep eder, bu sefer de onlar olmadığı için şikâyet ederdi...  Hastalığından ötürü kendisine her güzel şeyi hak gören ...

SEN NEYİ MERAK EDERSİN? - Bölüm 3

Resim
Merak ederek ve öğrenerek yol alır ve gelişir insan. Bu gelişme sırasında da meraklarının yönü insanın da yönünü belirler. Bu hayatın her alanında alacaklı olduğu duygusu ise insanın ileride oluşabilecek duyarsızlığının temeli. Aslında unutmak bir nimet, sınavda karşımıza çıkan soruların can sıkıcı kısımlarını zihinden atıp yolumuza devam etmek için verilen bir nimet iken, insan bunu kendine vereni unutabiliyor, sınavda olduğunu unutabiliyor.  Nimete kör olmakla başlayan bu sürecin devamı ise şikâyete, memnuniyetsizlik, bencillik, duyarsızlık ve ümitsizliğe doğru devam ediyor. “İnsan bunu nasıl yapar?” dediğimiz olayın arkasında insanı bozan bu süreç var. Hiç kimsenin bu hayatta olup bitene karşı duyarsızlığı bir günde olmuyor, her şey azdan başlıyor. Az, insanın en çok küçümsediği, görmezden geldiği şey, oysaki tüm bütünlerin başlangıç parçasıdır. Kullandığımız eşyalarımızdan bozulan olursa nasıl ki vazgeçmiyor ve tamir ettiriyorsak insanın da düzelebileceğini ve onun da bir tamir...

KENDİME OLAN HİSLERİM

Resim
  Bir kabuk vardır insanın üzerinde,   Kendince bir sığınağı, gerçekte ise ağırlığı...  Üzerinden kalksa, sanki rahatlayacak,  Kendi gerçekliğe kavuşacak.  Her insanın kurtulma istediği,  Ya da kaçıp sığınak zannettiği, Bir kabuğu vardır hayatında.   O kabuk öyle bir şey ki,  Hem vazgeçmek istemediği,  Hem de vazgeçemediği için istediği,  Ama vazgeçtiğinde gerçekteki kendini,  Faydayı görüp özgürlüğünü bulduğu, O kabukla birlikte direncini kırdığı. Kırması çok zor ama kolaylığı verilmiş,  Ki o zorlanması oraya varana kadar, Vardığında ise gerisi ferahlık. Neye sığındığında güvende hisseder ki insan?  Güvende hissettiği şey, gerçekten güvenli midir?  Ona iyi gelen ya da iyi hissettiren, Gerçekte iyi midir? İyi, ne demekti? İyiyim, ne zaman denirdi?  “İyiyim” dediğinde gerçekten iyi miydi?  Ah ben, ah kendim...  Ne yapacağım seninle?  Onu yapmak mı zor, yapmamak mı?  Soru, karışık ve zor....

HAYIR(!) DA HAYIR VAR

Resim
İnsanoğlu hayatın içinde zaman zaman hayırlar duyar….   -Dur düşeceksin! Dokunma ona hayır! -Hayır üzgünüm, şimdi onu alamayız… -Hayır şu an yeni bir elemana ihtiyacımız yok… Biz sizi ararız… Ve daha nice hayırlar….   İnsan hep olumlu sonuçla karşılaşmak ister… Halbuki her sonucun başında sebepler vardır. Her sebebin de kendine göre hayırları vardır. Ah, keşke insan bilse hayırların içinde gizlenen o müjdeyi… Zahmetin içindeki rahmeti bilse yine üzülür müydü karşılaştığı hayırlara? Ah, keşke insan bilse kendisi için gizlenen o müjdeyi…     Başta acı gelir insana hayırları duymak; Bir bebeğin uyumak istememesine rağmen annesinin onu uyutması, Bir çocuğun hasta olduğu için o gün dışarı çıkarılmasına izin verilmemesi… İnsan hayatı boyunca ne kadar da çok hayır(!)lar duyuyor...   Peki her insan hayır(!)lara aynı tepkiyi mi verir?   Kimi var hayırları duymaya dayanamadığı için başlar şikayet etmeye; “ Hep benim başıma geliyor…” “ Şansım olsaydı anam beni kız doğ...

BİRAZ SAYGI

Resim
Sinirden elleri titriyor, kalbinin atış hızı göğüs kafesinin inip kalkmasından belli oluyordu. Nefes alışı bile üzüntüsünü ve gerginliğini ortaya çıkarmıştı Vildan'ın. ‘Biraz saygı ya, beklediğim sadece biraz saygı!’ hayıflanarak içeriye girdi. Gün içinde yaşadıkları canını çok sıkmıştı. ‘Ne emekler verdim bu kuruma ama gördüğüm muameleye bak!’ diye devam etti. - Hayırdır Vildan  ne oldu? Aylin, ofiste en iyi anlaştığı arkadaşıydı Vildan'ın. - Daha ne olabilir ki? Kaç yaşına gelmiş kadınım bu davranışlar, bu sözler edilir mi bana? - Ne sözü? Sakinleş gel otur koltuğa da anlat, ne oldu? - Satın alma departmanındaki Caner Bey yok mu? Zaten çok hoşlanmıyoruz birbirimizden ama bu kadarı da fazla. Acil istediği dosyalarda eksik raporlar varmış. Ne panikliğim kaldı, ne kaç yıldır boşa çalışmışlığım… Dalga geçmesi mi dersin, aşağılayıcı konuşması mı dersin… Hayır yani ne kadar emek sarf ettiğimi hepiniz biliyorsunuz. Kimsenin yapmadığı işleri üstlendim sırf istediler diye. Gecemi günd...

NEDEN GÖZLER ÖNÜNDEYİZ?

Resim
Her şey o kadar gözler önünde yaşanır oldu ki… Önceleri ya aile arasında ya da yakın arkadaşlarla birlikteyken kutlanırdı doğum günü, evlenme teklifi ya da o mekânda bulunanlarla güzeldi kına gecesi… ancak şimdilerde yakınların dışında yakın olmayanlarda görür oldu bekarlığa vedayı, mezuniyeti, cinsiyet öğrenme partilerini, insanın eşiyle yediği özel yemeği… Güzel anlarımızı, sevdiklerimizi ve sevdiğimiz şeyleri neden başkaları görmesin ki? Bir yarış içerisindeyiz, en mutlu benim, en güzeli bende ve hep öyle… en iyi eş, çocuk, ev, iş neyse aslında bir anı gerçek olup her anı gerçekmiş gibi gözler önüne serdiğimiz mutluyuz yarışı… Tatil fotoğraflarını paylaşmaktan tatil yapamadığımız bir dönemdeyiz… Hayatım hep böyleymiş gibi gösterdiğim çoğu şey birkaç fotoğraf karesi ve andan ibaret, "Hangimiz daha çok görünürüz" çabası içinde kaybolan mutluluğumuzu ve değerlerimizi fark etmekte zorlanıyoruz. İnsan kendini bu kadar görünür kıldığında hissettiği şey neydi? Neden buna ihtiyaç ...

İŞİNİ İYİ YAPMAK

Resim
Güzel bir bahar sabahıydı. Her yer yeşile bürünmüş, ağaçlar çiçek açmaya başlamıştı. Sevda camları açtı kuşların cıvıltısı kulağında hoş bir melodi bıraktı. Mis gibi havayı içine çekti. “Ooh çok güzel” diyerek güne gördükleri için şükür ve teşekkür ile başladı.  Sevda’nın, eşi Ali Rıza ve iki çocuğu ile mutlu bir yaşamı vardı.  Her sabah erkenden kalkar kendi ve ailesinin ihtiyaçları ölçüsünde yapması gerekenleri yapardı. Sistem kurmayı severdi Sevda, ev deyip geçilmezdi! Ailede herkes kendi payına düşen neyse bilir ona göre hareket ederdi. Çocuklar masayı hazırlarken o ekmekleri kızartırdı, ya da o yumurtayı pişirirken baba çayı doldururdu. Sabahları “Hadi kalk geç kaldın, onu giyme, bu neden ütüsüz, hala sofra hazır değil mi?” gibi cümleler havada uçuşmazdı.  Dedik ya sistemi kurmuş bir eş ve anneydi Sevda.  Sevda kendini bildi bileli çocukları çok severdi. Gençliğinde yaşadığı mahallede çocukların biricik Sevda ablasıydı. Onlarla zaman geçirmek, bir ihtiyaçlarını ...

EZGİ’NİN GÜNLÜĞÜ

Resim
“Ne zormuş günlük tutmak, aslında ilk kez yaptığım için bana zor geliyor. Nasıl başlasam? Sevgili günlük çok klişe ama bende bu klişeye uyumlanacağım sanırım. Uyum demişken…” Ezgi günlük tutmaya karar vermişti. İlk konusu ‘Uyum’ ve ilk ele alacağı kişi ise kendisiydi. İnsanın aldığı kararlarla olan uyumunu düşündü. Niyetlerini sonra davranışlarını yazdı. Ezgi tekrar ve tekrar düşündü… “Seçimlerim ve ben neden uyumlu değiliz? Halbuki, kararlarımı en iyi olduğunu düşündüğüm için seçmiştim. Şimdi kararlarım ve ben hiç benzemiyoruz, uyumsuzuz. Sevgili günlük, toprağına sıkı sıkıya tutunup kök salmak mı? Yoksa savrulmak mı daha iyi? Kime, nerede ve ne zaman uyumlanmalıyız? Ya kendimize?  Girdiğimiz farklı ortamlarda yaşantımıza uygun kısımları iyi belirleyip oralarda uyum sağlamak önemli olan. Uyumlanma sürecinde düşüncenin de önemi büyük. Yani karşımıza çıkan seçenekler arasında en doğru olanı düşünüp seçmeliyiz. Tabi seçeneklerin de gerçeğe en yakınını, şimdi karşımda bir sürü seçenek...

BİLİRSİN

Resim
  Bilirsin, bilirsin Seni ne kadar çok sevdiğimi… Neden söylemezsin? Bir kerecik de sen sevdiğini... '74’ün yazında tanıştılar. ‘76’nın kışında evlendiler. Erkek Anadolu’nun ücra bir köyünde öğretmendi... Köy öğretmeni. Öğretmen okulu mezunuydu. Hayatta mutlu ve başarılı olmak için durmadan, yorulmadan çalışmak gerektiğini çok küçük yaşlarda keşfetmişti. Yetimdi. Yatılı okulda okumuştu. Yaşamak için, insanlarla iletişim ve ilişki kurmanın önemini okul müdüründen yediği dayaklarla, üst sınıf öğrencilerinden gördüğü zorbalıklarla deneyip, yanılarak öğrenmişti. Hayata karşı çok deneyimi olmuştu... Okumayı çok severdi. Çok iyi öğrenmişti deneyim ile tecrübe arasındaki farkı. Olumlu olumsuz bir sürü dersler çıkarmıştı yaşadıklarından. İmkansızlıklardı insanı marifetli kılan. Hayattan bunu deneyim lemişti. Kadın bankacıydı. Rahat büyümüştü. Evin en küçüğüydü. Pek bir sorumluluğu yoktu. Evin yükü, işleri anne ve ablasındaydı. Kışları kışlıkta, yazları yazlıkta... O döneme göre hali vakti...