Kayıtlar

Mart, 2024 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

NEDEN FARKLIYIZ

 Doğadaki hayvanların yaratılış özelliklerini hiç düşündük mü? Ormanların en şık giyineni kim? En yavaşı kim? Peki, birbirinden güzel şarkı söyleyeni? Çıta… Ormanların hem şık giyineni hem de en hızlılarından… Kaplumbağa… Olduğu yerde kalan gillerden… Sesiyle kulakların pasını silen kim? Bülbül… Doğadaki tüm hayvanların doğuştan getirdiği birbirinden has özellikleri var… Peki,insanlar için durum farklı mı? Bir çıtanın, kaplumbağaya “Çok yavaşsın, çekil ayağımın altından mıymıntı” dediğini hiç gördük mü? Ya da kaplumbağanın bülbüle “Düşük çeneli, gevezenin tekisin sen” dediğini duyduk mu? Bir insan kendisinden farklı özelliğe sahip olan insanlara ne diyor? Zıpır… Mıymıntı… Geveze… İnsan beraber yaşadığı insanların doğuştan getirdiği özelliklerini bilmezse ona etiketler yapıştırır… Deneyimsel Tasarım Öğretisi “Kim Kimdir” insan tanıma programında insanların doğuştan getirdiği özelliklerini aktarır…   & Deneyimsel Tasarım Öğretisi   insanın  mutlu, başarılı  o...

SAYGI MI SEVGİ Mİ?

Resim
O gün günlerden Cumartesi’ydi hem de ne güzel bir Cumartesi’ydi…Okullar kapanmış, sınav stresi geride kalmış, Selin için rahat nefes alacağı günler başlamıştı. ‘Keşke annem de yanımda olsaydı' diye içinden geçirdi. Annesi Ayla Hanım kısa bir süreliğine şehir dışında olacaktı. Ayla Hanım için kısa, Selin için ise koskoca 10 gün. Bu Selin için; 10 kez kahvaltı hazırlamak, 10 kez akşam yemeği yapmak, 10 kez bulaşık makinesini çalıştırmak ve yerleştirmek demekti. Birden Selin’in aklına annesinin çiçek bahçesi geldi, annesi sıkı sıkı tembihlemişti. "Aman bak! çiçeklerimi ihmal etme güzel kızım." Annesinin sesi kulaklarında çınladı. Selin derin bir nefes çekti, oflayarak verdi, elinde ki kahve fincanını mutfak masasının üzerine bırakıp, cam balkona doğru yavaş adımlarla yürüdü. Annesi Ayla Hanım evin balkonunu cam ile kapattırmış, balkona rengarenk çiçeklerini koyarak balkonu adeta bir çiçek bahçesi haline getirmişti. Selin’in değil nasıl bakacağını, isimlerini dahi bilmediği o...

BUGÜN NE PAYLAŞSAM?

Resim
“Güneşli ve ılık 1 Mart sabahından herkese günaydın. Ay bu da bugünün hikayesi için güzel olur. Yeni hayatımıza alışalım yani değil mi? Her gün “ne pişireceğim” den sonra bugün “ne paylaşsam” derdimiz başladı. Vallahi hiç bitmiyor derdimiz. Etkileşim arttırmak lazımmış, bunun içinde sık paylaşım gerekiyormuş…” Nurten güne neşeli başlamıştı, bu onun en belirgin özelliğiydi. Güler yüzlü dost canlısı, bir şeyler yapacaksa da yanında ille de birileri olsun isterdi. Şimdilerde dünya insanlarının girdiği “altın iletişim çağına” o da ayak uydurmak istiyordu. Sosyal ortamların sevgi pıtırcığı Nurten, şimdilerde sosyal medya sahnesinde beğeni kovalıyordu. Öyle ya iletişim çağı ne de olsa… Peki, gönderilerimizi beğenmeyip, hikayelerimize bakıp geçen o parmakların sahibini ne kadar tanıyoruz? Arkadaşlık kavramının içine sığabiliyor muydu oradaki sayılar? Hangi ihtiyacımızı karşılıyor beğeni sayısı? Yoksa bizim sosyalliğimiz sadece medyadan mı ibaret?  Elinde telefon, beğeni sayısını izlemekte...

BİZ NEDEN FARKLIYIZ?

Resim
Pencerenin önündeki koltuklar alınıp yerine iki sandalye konuldu. Onun önüne de gövde kısmı eski ahşap görünümlü bir sehpa. O güzelim köşenin fotoğraf makinesiyle bir karesi alındı, gerçekten de güzel görünüyordu. Birden zilin çalışıyla evdeki tatlı koşturmaca durdu ve herkes kapıya yöneldi. Beyaz elbisesiyle kuğu gibi görünen Damla kapıya açtı. Mert, elinde mis kokulu güllerle kapıdaydı. Gelen misafirler salondaki koltuklara oturdu. Damla ve Mert ise sandalyelere.  Deniz ise Damla’nın sol çaprazında ki sandalyede oturuyordu. Şöyle bir kardeşine baktı, beyaz elbisesi, al al yanaklarıyla utangaç utangaç oturan kardeşi ne çabuk büyümüştü de sözleniyordu. Oysa onun için hala küçük, yaramaz, dağınık bir kız çocuğuydu. Daha hayatını düzenleyemiyordu, bir evi olsa onu nasıl düzenleyecekti. Bir yandan da karşı taraf aslında kısmetli diyordu. Çünkü Damla güler yüzüyle, enerjisiyle hayatlarına renk katacaktı. Benim zıttım diye düşündü Deniz. Zaten hiç de birbirlerine benzemiyorlardı.  ...

YA BEN OLSAYDIM?

Resim
  Sıradan bir gündü. Alışverişe gitti; meyve, sebze, bakliyat, yağ biraz da “ağzımız tatlansın” dedi. Ne varsa aldı. Çeşit çeşit yemek yaptı ama evde kimse memnun değildi. Bir de evde olmayanı istediler. Aldıkları buzdolabına yerleştirdi, “bozulmasınlar yeriz” dedi. Kim bilir sırası ne zaman gelecek olan kıyafetlerini de çamaşır makinesine attı. Yorulmuştu sıcak bir duş aldı. Sonrasında ise elinde kahvesiyle kanepeye uzandı. Uzun zamandır beklediği dizinin yeni sezonu çıkmıştı. Bu akşam onu izleyecekti çünkü günlerdir heyecanla bu anı bekliyordu. Tam dizisini izlemeye başlayacak, birden elektrikler kesildi ve apartmanda bir ayaklanma oldu. Yarım saatlik kesintide apartmanda yer yerinden oynadı. Bakım yapılacakmış trafolara; “elektrik giderse tüm gün ne yapacağız?” dediler. Birkaç saatlik kesinti için jeneratör talep ettiler. Ne çok gürültü vardı, apartmanda karşılıklı oturan komşular tartışıyor, sesleri geliyordu. Sebebi ise 5 yaşındaki çocukların birbirini itmeleriymiş. Bu gürültü...

ŞU ZENGİNLİĞE BAK

Resim
  İnsan... İster ki çeşit çeşit ayakkabısı, kıyafeti, çantası, mutfak eşyası olsun. Bir giydiğini bir sonraki yıl giymesin. Sofrasında çorbası, ara sıcağı, ana yemeği bir de yanına salatası olsun. Tatlısız da olmaz değil mi? Çeşit olsun ki sofralar zenginleşsin.   İnsan sever arada sırada farklılığı. Bir kadının, saçına farklı şekiller vermek hoşuna gider. Ya da bir erkek, sever arabasının modelini değiştirmeyi. Borç harç da olsa yenilemek ister arabasını. Neticede fark lılık olsun.       İnsan... İster ki her sene bir şehre gidip farklı yerler görsün. Tanımak ister ülkenin zenginliklerini. Gezer durur tarihi sokaklarını. Trabzon’u ayrı, Erzurum’u ayrı, Denizli’si ayrı… Hatta faklı ülkeleri merak eder. İspanya, Hollanda, Almanya… Bir gitmek lazım farklı diyarlara. Dünya mutfağı bir başka sonuçta. Her gün aynı şeyi yediğimizi düşünsenize… Değişik lezzetleri tatmak da iyi olmaz mı bu hayatta?     İnsan… ...

ÖYLESİNE YAŞAMAK

Resim
Kimim ben?  Ben insanım; birilerinin evladı, birinin eşi, birilerinin ebeveyni, birilerinin kiracısı, birilerinin çalışanı, birilerinin komşusu… Her yerde bir sıfatım var ve bu sıfatın da getirdiği sorumluluklar var. Ama en çok insanım ben. Hatalar yapıyorum mesela; bazen farkında olmadan, bazen de güç yetiremediğimden dolayı. Bazen yaptığım şeyin hakkını veremediğim oluyor. Bazen işler istediğim gibi gitmiyor. İnişler ve çıkışlar yaşıyorum; bazı zamanlar mücadelemi arttırmam gerekiyor, bazen bazı şeylere daha fazla zaman ayırmam gerektiği oluyor. Şimdi geçmişe dönüp bakıyorum da; 40 yıl su gibi akıp gitmiş. Daha dün “18 yaşıma bir girsem” derken, şimdi "18’ime geri dönsem" diyorum. Onca yıl ve sanki taş taş üstüne koyamamışım gibi.  Her yıl sonu yeniden aldığım ve yeni senede öylece kalmış kararlarım… Başka şeyler çıkmış, başka şeyler olmuş, hiç planda olmayan şeyler. Sorumluluğu bende olan hatta bazen sorumluluğu dahi bende olmayan şeylerin kontrolü ben de zannetmişim kendi...

DEDEM VE BEN

Resim
Aslan dedeciğim, Annem geçenlerde bana “Zamane çocukları işte…” dedi suçlarcasına. Hakikaten, zamane çocukları zamandan dolayı mı bu ismi aldılar? Hangi zaman dedeciğim? Dünkü zamanın suçu değil de şimdiki zamanın suçu mu çocukların böyle olması? Zaman mı her şeyin sorumlusu? “Böyle derken?” diyorsun, biliyorum. Evet evet, annem bana diyor ki “Zamane çocukları ne kadar da düzensiz!” Haksız da sayılmaz sanki… Benim odam birazcık dağınık . Çekmecem birazcık karışık. Masamın üstü de doğrusu öyle kitap gibi dediklerinden sayılmaz. Bütün bunlara rağmen ne ararsam bulabiliyorum o karışıklığın içinde. Ben aslında halimden memnunum dedeciğim. Ama annem… Bazen okulda suluğumu, kalemimi, kitabımı unutabiliyorum. Bir keresinde dişlerimde sorun olduğu için taktığım damaklığımı bile unutup beslenme örtümü çöpe çırpınca içinden düşmüş gitmiş. Aradık aradık ama bulamadık. Ara sıra, yapmış olduğum ödevimi de evde unutup okula gitmişliğim yok değil. Hatta evden ev terliklerimle çıkıp okul yolundan dönm...

HANGİ BİRİLERİ?

Resim
Birileri vardı, Elinde kahvesini yudumlarken, Masada olmayan tatlıdan yakınırdı. Evinde yorganıyla uyurken, Duvarda olmayan klimayı düşünür dert yanardı. Buzdolabı doluyken daha ne alsam diye sorardı, Dün yaptığı yemekte bugüne artmıştı, Onun yeri artık dolap değil çöp konteynırıydı. Elinde telefon ailesini hiç aramazdı, Aile bağları azalmıştı, varken yokluktaydı… Birileri vardı, Çadırında ıslak battaniyeye sarılırken, Gözleri sokakta koşturan çocuğunu arardı. Dağıtılabilirse, yiyeceği yemeği beklerken, Kalbinde sıcacık yer kaplayan yuvasını anardı. Gözleri çocuklarındaydı, yuvalarındaydı, vatanlarındaydı… Bir de, Aynı dünyada farklı yerlerde, Ruhları ise yan yana olanlar vardı… Onların yemek yerken de canı yanardı, Çünkü yiyemeyen kardeşleri vardı. Aile buluşmalarında içlerini hüzün kaplardı, Çünkü kardeşleri çok azalmıştı. Yatarken giydiklerinden, sarıldıklarına utanırlardı, Odalarındaki boş yatağa bakıp dalarlardı, Onlarda olan kardeşlerinde noksandı… Çünkü orada uyuyanların yerleri...

GÖZÜMÜN GÖRDÜĞÜNDEN ASLA KORKMAM

Resim
Babası Ali’yi severken “Aslan oğlum” diyordu. Niye böyle derdi? Çünkü aslanlar ormanların kralı ve hiçbir şeyden korkmazlar. İşte oğlunu yetiştirirken o da aslan gibi korkmadan, karşılaşacağı olaylar ne olursa olsun üstesinden gelebilsin, kimseye, hiçbir olaya yenilmesin istemişti.  Hayat, kime neler hazırlar bilinmez. Bunu en iyi o bilirdi. Bir anda bir sarsıntı ile yerle bir olan hayatlar… Yaşadığı depremin ardından, Abdullah Bey’in hayatı da yerle bir olmuştu. Bir kıvılcımla toz duman olan güzel yuvalar da korkusunu büyütmüştü. Peki seni korkutan nedir hiç düşündün mü? Korku neydi?   Abdullah Bey’in yaşadığı gibi deprem ile sevdiklerini kaybetmek mi? Deprem sonucu oluşan yangında alevlerin büyümesi mi? Toz duman olan evler mi? Tam terfi edecek koşullar oluşmuşken o işi kaybetme korkusu mu?  Belki de bitmesinden korkulan, yolunda gitmeyen bir evlilik mi? Bir sene boyunca o sınava hazırlanıp cevapları kaydırmak mı? Ya da tuttuğu takım gol yerse diye mi? Yaşlanmaktan kork...