Kayıtlar

imkan etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

İMKANLARIN FORMÜLÜ: İMKANSIZLIK 2

Resim
Salih’i işe uğurlayan Burcu, Mustafa’nın yere attığı oyuncakları topluyordu. Ara tatili boş geçsin istemiyordu. Uzun zamandır ziyaret edemediği kim varsa hepsini görmek istiyordu. Buzdolabının kapağına astığı listeye baktı. Evet ilk olarak ziyarete Necla öğretmeninden başlamalıydı.  Necla Öğretmen Burcu’nun köy okulundaki öğretmeniydi. Burcu çocukken Necla Öğretmen’e bakıp öğretmen olma hayalleri kurardı. Azimle çalışmış, o da sonunda öğretmen olmuştu. Sonunda başarmıştı ama kafasındaki soru son zamanlarda Burcu’ya kendini başarısız hissettiriyordu. Her imkana sahip çocuklar neden okumuyorlardı? ‘’Belki de Necla Öğretmenimin bu konuda bir fikri olabilir’’ diyerek numaraları tuşladı. Öğleden sonra buluşmak için sözleştiler. Necla Öğretmen’i ile buluştuklarında Burcu heyecanla eski öğretmenine olup bitenleri anlattı. Necla öğretmen ilgiyle dinledi Burcu’yu.  -Sen öğrenciyken sana destek olan kimse var mıydı? -Yoktu. -O zamanlar okula nasıl gidiyordun? Ödevlerini kim yapıyordu? -...

EKSİKLİK KÖTÜ BİR ŞEY Mİ?

Resim
İnsanoğlu hayatındaki eksiklikleri hep kötü bir şey olarak algılar. Doğarken, büyürken, üniversiteye başlarken, evlenirken, bir iş sahibi olacakken… Eğer bir eksiklik olursa o süreçten keyif alamazmış gibi hisseder.  Bir bebek, daha doğmadan adına yapılan partiler, öncesinden alınan ve 3 yaşına kadar giyebileceği tüm kıyafetler, doğarken dev hastane organizasyonları ve niceleri… Bunların her birini tastamam yapmaya çalışır ve ancak bu imkanlarla daha mutlu olacağını zanneder insan.    Evlenirken her şeyini tastamam yapmak ister, hiçbir şeyi eksik bırakmak istemez. “12 kişilik misafir yemek takımı, 12 kişilik günlük yemek takımı, 12 kişilik misafir çatal-kaşık takımı, 12 kişilik günlük çatal kaşık takımı… Acaba bir tane de kahvaltı takımı mı alsak? Bir de kahvaltı çatal-bıçak takımı…” Maddeler alır başını gider. Tüm eksikleri halledersek çok mutlu olacağız diye düşünülür. Çocuk yetiştirirken doğumundan itibaren her yaşında eldeki tüm imkanlar önüne serilmek istenir. “Biz y...

KENDİNİ SEV

Resim
Zehra, yaşadığı sıkıntıları ve bu sıkıntıları hak etmediğini düşünüyordu. Yaşadığı problemleri çözmek için çeşitli tavsiyelere başvuruyordu. Arkadaş ortamları, sosyal medyada açıklama yapan uzmanlar, ilişki koçları… Her birinin tavsiyesini ayrı ayrı deniyordu. "Kendini sev, sen biriciksin, dilediğin gibi yaşa, güçlü ol kendini ezdirme…" Bu öneriler ile uyguladığı tüm yöntemler onu iyiye götürmüyordu sanki. Bu bozulmanın tek sorumlusu da bu yöntemler değildi elbette. Kendine daha çok değer vermeyi, daha çok tüketim yapma ve sadece kendini düşünme ile ilişkilendirmeye başlamıştı. Böylece Zehra sadece kendine odaklanan "Ben, ben, ben" diyen biri haline gelmişti. Ben değerliyim, bu benim hayatım, canım kendim, önce ben diye diye hayatı sadece kendinden ibaretmiş gibi görmeye başlamıştı.     Dünyanın merkezinde "Zehra" vardı onun için. Zamanla kendi kendine yetebilen Zehra birilerine ihtiyaç duymaya başladı. Hastalandı ama kimse yoktu yanında. Evini taşıdı ama ...

MUTLULUĞUN SIRRI EKSİKLİK Mİ?

Resim
Yoğun geçen bir haftayı daha geride bırakmıştı Ayşe. Yeni bir proje almıştı çalıştığı iş yeri. Bu proje yüzünden sabahlara kadar çalıştığı günler de olmuştu ve nihayet bitmişti. O hafta sonunu kendine ayırıp ne zamandır ertelediği işlerini yapacaktı. İlk olarak gardırobundan başladı. Düzen seven biriydi aslında ama o yoğunlukta dolabı da zihni gibi dağınık kalmıştı. Dolabı toplandıkça zihni de toparlanıyordu sanki… Evdeki işlerini bitirdikten sonra dolabının üst rafında sakladığı ahşap kutuyu aldı. Yatağının üzerine oturdu ve kapağını açtı. İçerisinde çocukluğundan kalan hatıraları vardı. İlk çizdiği resim, ilk oturdukları ev, ilk bisikletinin resmi, okul gösterisinde çekilen fotoğrafları… Ne kadar kıymetliydi Ayşe için. Üzerinden yıllar geçse de hala saklıyordu. O günleri özlediğinde kutuyu açıp bakarak hasret gideriyordu. O zamanlar sahip oldukları şeylerin sınırlı olduğunu ve buna rağmen ne kadar mutlu olduklarını tekrar görüyordu o kutunun içerisinde. Küçük bir kasabada, maddi imkâ...

KİMSEYE ETMEM ŞİKAYET

Resim
Sıcak bir yaz günüydü... Neşeli bir şekilde evden çıkıp denize gitmek için arabaya doğru ilerliyordu Yılmaz ailesi. Herkes denize gitmenin heyecanını ve mutluluğunu yaşarken bir tek Kübra’nın yüzü gülmüyor, erken kalktıkları için söylene söylene etrafı seyrediyordu.  Oysaki tüm kış boyunca “Yaz gelse de denize gitsek” diye dertlenen de yine kendisiydi... Annesi içinden “Bu kız çocukluğundan beri değişmedi hep mızmızdı yine mızmız...” diye geçiriyordu. Kübra kardeşlerinden çok daha güzel ve dikkat çeken biriydi fakat doğuştan bir kalp hastalığı vardı. Hastalığından dolayı çocukluğunda üstüne çok titrenmişti. “Yeter ki ağlamasın” diye ne isterse yapılmış yine de mutlu edilememişti. Sıkılgandı, sürekli bir şeyler ister, istediği şey olmadığında çevresindekilere dünyayı dar ederdi. İstekleri gerçekleştiğinde de sonuç pek farklı olmazdı. Bir süre sonra başka şeyler talep eder, bu sefer de onlar olmadığı için şikâyet ederdi...  Hastalığından ötürü kendisine her güzel şeyi hak gören ...

MEĞER YOKLUK VARLIĞIMMIŞ!

Resim
“Kereem…” “Kereeeeem!”   “Kerem oğlum burada değil misin? Uyur gezer mi oldun? Neden beni duymuyorsun?  Elindekileri yere atma dememiş miydim sana!?”  Gün içinde en az 7-8 kere aynı sahne yaşanıyordu Yasemin ve oğlu Kerem için. Evde, okul yolunda, çarşıda ya da misafirlikte… Yer, zaman ve çevredeki insanların kim olduğu fark etmiyordu onlar için. Durum artık çığırından çıkmaya başlamıştı. Neden sürekli aynı olayı yaşıyorlardı ki? Klasik bir Pazar sabahında kahvaltı yaptıktan sonra annesi;  “-Bir uzman görüşü mü alsan Yasemin? ben sana iyi bir doktordan randevu alayım. Ne dersin?” dedi.  Çocuğunun “hasta” olma ihtimali korkutmuştu Yasemin’i; ki öyleyse bile bu daha önce hiç duymadığı bir hastalıktı.  Çocuğunun basit iletişim kurma becerilerini biri çekip almış gibiydi. “4 yaşında daha sosyal, daha pozitif ve iletişime açıktı bu çocuk, neden tersine döndü her şey” diye dertleniyordu. Yaşama sevinci gitti, depresyona girdi de diyemiyordu Kerem için çünkü çocuk...

İMKANLARIN FORMÜLÜ: İMKANSIZLIK

Resim
Burcu köy okullarında okumuş, okula giderken bir yandan kardeşlerine bakmış, bir yandan da ev işlerini yaparak büyümüştü. Annesi tarlada babasına yardım ediyor, hayvanlarının sütlerini sağıp, sütten yoğurtlarını yapıyordu. Bu kadar meşguliyeti olunca da üç kardeşine bakmak haliyle Burcu’ya düşüyordu. Burcu daha on yaşında evi silip süpürüyor, yemekleri hazırlıyor, bulaşıkları yıkıyor, kardeşlerini uyutuyor, onlar uyuyunca da ödevlerini yapıyordu.  Hayalleri vardı Burcu’nun; o da köy okulunda ki Necla öğretmeni gibi öğretmen olmak istiyordu. Aradan yıllar geçti, o kadar yokluğa ve imkansızlığa rağmen Burcu, okudu ve öğretmen oldu. İlk atamasında hayallerindeki gibi bir köy ilkokuluna atandı Burcu, bir süre sonra bir ilçedeki ortaokulda göreve başladı. Burada tanıştığı Salih ile evlendi. Salih de kendisi gibi imkansızlık içinde okumuş, okurken çalışmıştı. Hatta kardeşlerini de okutmak için bazı dönemler ikinci bir işte çalışması gereken zamanlar olmuştu. O kadar çok ortak yönleri var...

İMK”ANLAR”

Resim
  Adım adım mevsimler değişiyordu… Yaz sıcakları da gelmişti, köydeki sıcaklık daha mı fazlaydı bilinmez ama o gün ortalık yanıyordu. Ağacın olmadığı koca bir ovada su belli saatlerde vardı. O sebeple her şeyi idareli kullanmak gerekiyordu.  Ali için şehir hayatı olmazsa olmazdı. Köyün ihtiyarlarından Zekiye Teyze, sevimli köy şivesiyle “Nesini seviyon guzum o koca binalı yerlerin?” diye sorduğunda belki de Ali gerçekten ilk defa düşünmüştü. Sahi neden seviyordu? Bulaşık derdi yoktu makinesi vardı, çamaşır derdi yoktu makinesi vardı, kurutma derdi yoktu makinesi vardı. Yemek problem değildi evine kadar geliyordu. Her şeyi telefondan bir tıkla yönetebiliyor, o da ayağını uzatıp keyfine bakabiliyordu. Köy ise; rahatını kaçırıyordu. Oysa o da çocukluğunda ne kadar çok severdi kümesten yumurta toplayıp, dalından biber koparmayı. Tuvalete gitmek için kuzeniyle dışarıya çıkmaları bile ne büyük maceraydı köyde, şehirde yalnız geçen akşamların aksine. Ali’ye şehrin ona sunduğu konford...

KÖYDE HER GÜN BAYRAMA UYANMAK

Resim
Sen hiç köy bilir misin? Ama şehirdeki Kadıköy, Sefaköy, Bakırköy gibi değil… Gerçekten hala köy… anlatayım; Orada evler, taş duvarlardan ya da kerpiçten. Öyle göklere doğru uzanan beton katlardan değil. Taş duvarları, yazın serin seni ferahlatıyor. Kışın ısıyı tutuyor içini ısıtıyor, sanki ev seninle konuşuyor. Orda çalan telefon alarmı yerine vakti gelince öten horozu vardır. Sabah seni erkenden uyandıran havası, komşu Alaaddin Abi’nin meraya götürdüğü koyunlarının “meleyişi… a, birde boyunlarındaki çıngırağın çıngısı vardır. Çocukken bayramlarda ne hissederdin? Hatırladın mı? Hani karyolanın yanındaki komidinin üzerinde duran fırfırlı elbise, yeni elbisen… ilk defa bayramın 1. günü giymen için bekliyor yanı başında. O gün, günlerden arife. Gece bitmez, sabah olmaz bir türlü. Zaten evde doğru dürüst uyuyan da olmaz. Bütün ramazan çuvala girmiş gibi ne iş varsa o güne bırakılmış. Sarmalar, cevizli baklava, köy peyniri ile su böreği… Bir de evin temizlik rütüşleri… Bayrama kavuşma, ha...

GÖZ BEBEĞİMİZ

Resim
Daha doğmadan “ne yakışır torunuma” diye hediyeler almaya başlamışlardı. Ne de olsa iki ailenin de ilk torunu ilk göz ağrısı olacaktı. Oldukça heyecanlıydılar, uzun yıllar beklemişler ve nihayet torun sahibi olmuşlardı. Torun gelince nasıl da canlılık gelmişti bedenlerine.  Ayşe’nin anne olma isteği, üzün süren hastane süreçleri sonunda Ali bebek dünyaya gözlerini açmıştı. Tabi onu dört gözle bekleyen diğer aile büyükleri Ali bebekle vakit geçirmek, onun bakımında rol almak için planlar yapıp durdular. Babaannesi uzak olduğundan hafta sonları Ali ile vakit geçirmek istiyordu. Anneannesinin evi yakın olduğu için o da hafta içini seçmişti. Ali bebeğin banyosu, giyimi, uykusu derken üç hanım döne döne, elden ele paşalar gibi bakıyorlardı. Daha gık demeden yanı başında gözlerinin içine bakan bir sürü göz vardı. Ali’nin ilk yaş günü büyük bir kutlamaya dönüşmüştü. Katlı pastasını babaannesi, mekânı organize eden anneannesi, hazırlıklar ve davetlileri ayarlayan annesi olmuştu. Öyle bir t...