Kayıtlar

BİR “DAMLA” “MASUM”

Resim
Masmavi gözlerine bakıldığında okyanusu anımsamak, Renginden değil sadece, içindeki derinlikten… O öyle bir derinlik ki gözyaşı dahi oradan ayrılmak istemiyor ve kirpiklere sıkıca tutunmuş aşağı düşmemek için direniyor. Tüm umursamaz vicdanlara inat oradan düşerse, gözün şahit olduklarını unutmaktan korkuyor belki de…     Öyle bir şahitlik ki o göz nereye bakarsa bir İsmail görür. Teslimiyet i İsmail olanın sınavı bıçak olsa ne ki… Dışarıdan bakan için sadece gözyaşına direnen bir küçük masum yürek… Oysa içeride bambaşka bir gerçek… Keder değil, korku değil, kaygı hiç değil. Biraz hüzün belki ama bembeyaz, RAB’binden çok emin Teslimiyeti İbrahim olanın sınavı ateş olsa ne ki… Ey masum! Sen ağlarken güldü, sen açken doydu, sen üşürken ısındı dünya, Sıra zulmedene gelmeyecek sandı…   Bir yanda bir masum elinde şeker… Bir yanda bir zalim dilinde kötülük… Masum öldü dediler de zalim yaşadı mı? RAB’bin bunları gördü, duydu da yanıtsız mı bıraktı? “RAB’bini kaybettiğin...

NEDEN FARKLIYIZ

 Doğadaki hayvanların yaratılış özelliklerini hiç düşündük mü? Ormanların en şık giyineni kim? En yavaşı kim? Peki, birbirinden güzel şarkı söyleyeni? Çıta… Ormanların hem şık giyineni hem de en hızlılarından… Kaplumbağa… Olduğu yerde kalan gillerden… Sesiyle kulakların pasını silen kim? Bülbül… Doğadaki tüm hayvanların doğuştan getirdiği birbirinden has özellikleri var… Peki,insanlar için durum farklı mı? Bir çıtanın, kaplumbağaya “Çok yavaşsın, çekil ayağımın altından mıymıntı” dediğini hiç gördük mü? Ya da kaplumbağanın bülbüle “Düşük çeneli, gevezenin tekisin sen” dediğini duyduk mu? Bir insan kendisinden farklı özelliğe sahip olan insanlara ne diyor? Zıpır… Mıymıntı… Geveze… İnsan beraber yaşadığı insanların doğuştan getirdiği özelliklerini bilmezse ona etiketler yapıştırır… Deneyimsel Tasarım Öğretisi “Kim Kimdir” insan tanıma programında insanların doğuştan getirdiği özelliklerini aktarır…   & Deneyimsel Tasarım Öğretisi   insanın  mutlu, başarılı  o...

SAYGI MI SEVGİ Mİ?

Resim
O gün günlerden Cumartesi’ydi hem de ne güzel bir Cumartesi’ydi…Okullar kapanmış, sınav stresi geride kalmış, Selin için rahat nefes alacağı günler başlamıştı. ‘Keşke annem de yanımda olsaydı' diye içinden geçirdi. Annesi Ayla Hanım kısa bir süreliğine şehir dışında olacaktı. Ayla Hanım için kısa, Selin için ise koskoca 10 gün. Bu Selin için; 10 kez kahvaltı hazırlamak, 10 kez akşam yemeği yapmak, 10 kez bulaşık makinesini çalıştırmak ve yerleştirmek demekti. Birden Selin’in aklına annesinin çiçek bahçesi geldi, annesi sıkı sıkı tembihlemişti. "Aman bak! çiçeklerimi ihmal etme güzel kızım." Annesinin sesi kulaklarında çınladı. Selin derin bir nefes çekti, oflayarak verdi, elinde ki kahve fincanını mutfak masasının üzerine bırakıp, cam balkona doğru yavaş adımlarla yürüdü. Annesi Ayla Hanım evin balkonunu cam ile kapattırmış, balkona rengarenk çiçeklerini koyarak balkonu adeta bir çiçek bahçesi haline getirmişti. Selin’in değil nasıl bakacağını, isimlerini dahi bilmediği o...

BUGÜN NE PAYLAŞSAM?

Resim
“Güneşli ve ılık 1 Mart sabahından herkese günaydın. Ay bu da bugünün hikayesi için güzel olur. Yeni hayatımıza alışalım yani değil mi? Her gün “ne pişireceğim” den sonra bugün “ne paylaşsam” derdimiz başladı. Vallahi hiç bitmiyor derdimiz. Etkileşim arttırmak lazımmış, bunun içinde sık paylaşım gerekiyormuş…” Nurten güne neşeli başlamıştı, bu onun en belirgin özelliğiydi. Güler yüzlü dost canlısı, bir şeyler yapacaksa da yanında ille de birileri olsun isterdi. Şimdilerde dünya insanlarının girdiği “altın iletişim çağına” o da ayak uydurmak istiyordu. Sosyal ortamların sevgi pıtırcığı Nurten, şimdilerde sosyal medya sahnesinde beğeni kovalıyordu. Öyle ya iletişim çağı ne de olsa… Peki, gönderilerimizi beğenmeyip, hikayelerimize bakıp geçen o parmakların sahibini ne kadar tanıyoruz? Arkadaşlık kavramının içine sığabiliyor muydu oradaki sayılar? Hangi ihtiyacımızı karşılıyor beğeni sayısı? Yoksa bizim sosyalliğimiz sadece medyadan mı ibaret?  Elinde telefon, beğeni sayısını izlemekte...

BİZ NEDEN FARKLIYIZ?

Resim
Pencerenin önündeki koltuklar alınıp yerine iki sandalye konuldu. Onun önüne de gövde kısmı eski ahşap görünümlü bir sehpa. O güzelim köşenin fotoğraf makinesiyle bir karesi alındı, gerçekten de güzel görünüyordu. Birden zilin çalışıyla evdeki tatlı koşturmaca durdu ve herkes kapıya yöneldi. Beyaz elbisesiyle kuğu gibi görünen Damla kapıya açtı. Mert, elinde mis kokulu güllerle kapıdaydı. Gelen misafirler salondaki koltuklara oturdu. Damla ve Mert ise sandalyelere.  Deniz ise Damla’nın sol çaprazında ki sandalyede oturuyordu. Şöyle bir kardeşine baktı, beyaz elbisesi, al al yanaklarıyla utangaç utangaç oturan kardeşi ne çabuk büyümüştü de sözleniyordu. Oysa onun için hala küçük, yaramaz, dağınık bir kız çocuğuydu. Daha hayatını düzenleyemiyordu, bir evi olsa onu nasıl düzenleyecekti. Bir yandan da karşı taraf aslında kısmetli diyordu. Çünkü Damla güler yüzüyle, enerjisiyle hayatlarına renk katacaktı. Benim zıttım diye düşündü Deniz. Zaten hiç de birbirlerine benzemiyorlardı.  ...

YA BEN OLSAYDIM?

Resim
  Sıradan bir gündü. Alışverişe gitti; meyve, sebze, bakliyat, yağ biraz da “ağzımız tatlansın” dedi. Ne varsa aldı. Çeşit çeşit yemek yaptı ama evde kimse memnun değildi. Bir de evde olmayanı istediler. Aldıkları buzdolabına yerleştirdi, “bozulmasınlar yeriz” dedi. Kim bilir sırası ne zaman gelecek olan kıyafetlerini de çamaşır makinesine attı. Yorulmuştu sıcak bir duş aldı. Sonrasında ise elinde kahvesiyle kanepeye uzandı. Uzun zamandır beklediği dizinin yeni sezonu çıkmıştı. Bu akşam onu izleyecekti çünkü günlerdir heyecanla bu anı bekliyordu. Tam dizisini izlemeye başlayacak, birden elektrikler kesildi ve apartmanda bir ayaklanma oldu. Yarım saatlik kesintide apartmanda yer yerinden oynadı. Bakım yapılacakmış trafolara; “elektrik giderse tüm gün ne yapacağız?” dediler. Birkaç saatlik kesinti için jeneratör talep ettiler. Ne çok gürültü vardı, apartmanda karşılıklı oturan komşular tartışıyor, sesleri geliyordu. Sebebi ise 5 yaşındaki çocukların birbirini itmeleriymiş. Bu gürültü...

ŞU ZENGİNLİĞE BAK

Resim
  İnsan... İster ki çeşit çeşit ayakkabısı, kıyafeti, çantası, mutfak eşyası olsun. Bir giydiğini bir sonraki yıl giymesin. Sofrasında çorbası, ara sıcağı, ana yemeği bir de yanına salatası olsun. Tatlısız da olmaz değil mi? Çeşit olsun ki sofralar zenginleşsin.   İnsan sever arada sırada farklılığı. Bir kadının, saçına farklı şekiller vermek hoşuna gider. Ya da bir erkek, sever arabasının modelini değiştirmeyi. Borç harç da olsa yenilemek ister arabasını. Neticede fark lılık olsun.       İnsan... İster ki her sene bir şehre gidip farklı yerler görsün. Tanımak ister ülkenin zenginliklerini. Gezer durur tarihi sokaklarını. Trabzon’u ayrı, Erzurum’u ayrı, Denizli’si ayrı… Hatta faklı ülkeleri merak eder. İspanya, Hollanda, Almanya… Bir gitmek lazım farklı diyarlara. Dünya mutfağı bir başka sonuçta. Her gün aynı şeyi yediğimizi düşünsenize… Değişik lezzetleri tatmak da iyi olmaz mı bu hayatta?     İnsan… ...