Kayıtlar

HAYATIMI DA SÜPÜRECEK SÜPÜRGE ARANIYOR!

Resim
- Ben yeni bir süpürge arıyorum. - Nasıl bir süpürge istersiniz? - Güçlü olsun tabi de hangi konuda mesela? Neyi süpürse temiz olur her yer? Tekrar her yer kısa sürede battıktan sonra temizlik de tat vermiyor değil mi? Deli demeyeceklerini bilse insan aslında şunu söylerdi belki de... - Kirlenmeyi engelleyecek bir şey var mı elinizde? Yani dağıldıktan sonra toplama konusunda çok marka, ürün var da diğeri de olabilir mi acaba?” Bir şeyler ortaya çıktıktan sonra onları temizleme çabası iyi de... Başka bir yöntem geliştiremez mi insan? Şimdi böyle düşününce bana sadece kirler için bir süpürge lazım değil aslında... Hayatımda da tam olarak böyle ilerliyor tüm sahneler. Önce ortalık karışıyor, sonra ben toparlamaya koyuluyorum. Toparlama konusunda yöntemler arıyorum hep. Geçen gün mesela sinirlendim bağırdım kıyameti kopardım evde. Sonra aynı evin dağılması gibi hayatımız dağıldı. Bugün burada bir süpürge almaya geldiğim gibi, başladım araştırmaya... Bu karışıklığı ne temizler acaba? Yani y...

BİLİRSİN

Resim
  Bilirsin, bilirsin Seni ne kadar çok sevdiğimi… Neden söylemezsin? Bir kerecik de sen sevdiğini... '74’ün yazında tanıştılar. ‘76’nın kışında evlendiler. Erkek Anadolu’nun ücra bir köyünde öğretmendi... Köy öğretmeni. Öğretmen okulu mezunuydu. Hayatta mutlu ve başarılı olmak için durmadan, yorulmadan çalışmak gerektiğini çok küçük yaşlarda keşfetmişti. Yetimdi. Yatılı okulda okumuştu. Yaşamak için, insanlarla iletişim ve ilişki kurmanın önemini okul müdüründen yediği dayaklarla, üst sınıf öğrencilerinden gördüğü zorbalıklarla deneyip, yanılarak öğrenmişti. Hayata karşı çok deneyimi olmuştu... Okumayı çok severdi. Çok iyi öğrenmişti deneyim ile tecrübe arasındaki farkı. Olumlu olumsuz bir sürü dersler çıkarmıştı yaşadıklarından. İmkansızlıklardı insanı marifetli kılan. Hayattan bunu deneyim lemişti. Kadın bankacıydı. Rahat büyümüştü. Evin en küçüğüydü. Pek bir sorumluluğu yoktu. Evin yükü, işleri anne ve ablasındaydı. Kışları kışlıkta, yazları yazlıkta... O döneme göre hali vakti...

ÇOK MUTSUZUM

Resim
Sabah arkadaşlarla buluştuk. Lafladık biraz. Çay, kahvaltı derken öğleni ettik. İş güç var ertelememek lazım deyip kahve içmeden dağılmak olmaz dedik. Dedik de kimsenin ne iş, ne de başka bir şey yapacak hali vardı. Birbirimizin suratına baktık. “Ne kadar da mutsuzuz.” dedik. Mutsuzluğumuz önce güldürdü bizi. Ağlanacak halimize güldük bir süre. Sonrasında herkes sessizleşti.   Ne sabahın neşesi vardı üzerimizde, ne de konuşacak bir heves kalmıştı dilimizde... Sahi, ne oldu bize? Ne olmuştu da gençliğin deli kanı damarlarımızda gezinirken eğlence göbek adımız, kahkahalar yoldaşımızken mutsuzluktan kolumuz kanadımız kalkamaz hale gelmişti? Düşünelim dedik biraz... Yaşlanıyor muyduk yoksa? Evlilik mi zordu gerçekten? Ütü, çamaşır, yemek, çocuk, eş… Sorumluluklar mı ağırdı? Hayat mı daha zorlaşmıştı? Biz mi daha zorduk yoksa? Çocuklar mı bizi mutsuz eden yoksa evin faturaları mı? Dolapta giyecek bir sürü kıyafet varken alamadığım o bluz mu beni mutsuz eden? Bir ...

ARKADAŞIM NAN, ARKADAŞIM KÖR, ARKADAŞIM NANKÖR…

Resim
Boş boş baktı Leyla tüm gün etrafına, çok üzgündü. Ne yapması gerektiğini bilmiyordu… Lise zamanı tanışmışlardı Nalan’la. Aynı mahalledelerdi. Ortak arkadaşları sayesinde tanışmış, iyi de anlaşmış, birbirlerine gelip gitmeye başlamışlar, zamanla daha da sıkı fıkı olmuşlardı. Derken aynı üniversiteyi kazanıp aynı şehirde yaşamaya başladılar ve aynı şehirde de hayatlarına devam ettiler. On yıldan uzun bir süre…   Leyla’nın işleri normalde çok yoğun olmazdı. Bu yıl şirkette bazı değişiklikler oldu ve çok önemli bir projenin sorumluluğu da Leyla’ya verildi. Leyla fazla mesai yapmaya hatta evde de ekstra çalışmaya başladı. Son üç haftadır nerdeyse tüm zamanını alıyordu. Çok yoruluyordu, bunalıyordu ama dayanmaya çalışıyordu. İşim yüzünden hayatımdaki insanları çok ihmal ettim diye düşünmesine yetmişti üç hafta. Sonra yavaş yavaş temposu azalıp kendisini dinlemeye başladığında üç haftadır Nalan’ın onu bir kere bile aramadığını fark...

MİSALDİ CEKET GÖMLEK GİYENLERE

Resim
Arabasıyla köprüden geçerken; boğazın güzelliğine her seferinde hayran kalmasına şaşırarak, boğaz havası alabilmek için camı bir miktar indirdi. Bir yandan radyonun düğmesine bastı. “Hadi bakalım sıradaki şarkı bana gelsin” dedi radyo spikeri edasıyla. Müziğin girişinden hemen tanıdı. Bir dolu çocukluk anısını hatırlatan “Ahmet beyin ceketi” şarkısıydı. İçinde bulunduğu durumla bu kadar ilişkili bir şarkıya denk gelmenin verdiği mutluluk ile gülümsedi. “Tanrı bütün kullara rızkını dağıtırken Kimi sırtüstü yatar kimi boşta gezerken Kul Ahmet erken kalkar haydi ya nasip derdi” Direksiyonda parmaklarıyla ritim tutarak şarkıya eşlik ederken, bir yandan aklına; bu işe başlarken Ahmet Bey gibi erken kalkıp dükkanının kapısını kuşlarla birlikte açtığı, dükkânı süpürdüğü, rafların tozunu aldığı, belki saatler sonra gelebilecek olan müşteriler için hazırlık yapmaya başladığı anlar geldi. Arkadaşları ve yandaki esnaflar ona: -Bu kadar erken açmana gerek yok, -Müşteriler gelmeye yakın açsan da o...

KIZIMIN DÜNYASINI ANLAMAK

Resim
Ayşe ve Ahmet aynı mahallede beraber büyümüş iki arkadaş, birbirlerini çocukluktan beri severlerdi. Ahmet, Ayşe’yi okulda diğer çocuklara karşı korur, bu Ayşe’nin çok hoşuna giderdi. Ahmet sürekli Ayşe’ye “Kızım ben büyüyünce seninle evleneceğim” derdi. Öyle de oldu büyüdüklerinde evlendiler. İlişkileri o kadar güzeldi ki! Bazen konuşmalarına bile gerek kalmıyordu. Ayşe, Ahmet’in ne istediğini yüzündeki ifadeden anlıyordu. Bu çok büyük konfordu ilişkilerinde. Nazar değmesinden korktuğu için kimseye Ahmet’in ona verdiği değeri pek anlatmazdı. Zaten anlatmasına da gerek yoktu. Soranlara “Ne olsun yuvarlanıp gidiyoruz” derdi. Ahmet’in ona çok değer verdiğini kendisi bilse yeterdi değil mi? Ayşe işten yorgun gelen eşini rahat ettirmek için elinden geleni yapardı. Onun sevdiği yemekleri hazırlardı. Ayşe bir gün rahatsızlanınca doktora gittiler. İkisi de endişeliydi ne olmuştu? Ama doktor onlara güzel haberi verince havalara uçtular. Ayşe hamileydi! Bir süre sonra bebek dünyaya geldi, bir k...

BİZİ NEDEN SEVMİYORLAR

Resim
Aysel tatlı uykusundan uyandı. Kulaklarına “bız, bızz” sesler geliyordu kolları kaşınıyordu. Sabaha kadar uyuyamamıştı. İnsanların çoğu gibi Aysel de “bızz” sesine sinir olmuştu… “Seni sevmiyorum sivrisinek kardeş!” “E haklı değil miyim? Isırdın, kanımı emdin, kulağımın yanında sabaha kadar vızladın, uyutmadın, kaşınıp durdum… Bunlar pek de sevilesi şeyler değil derim ben sen ne dersin? Ah ah aynı seni sevmedikleri gibi beni de sevmiyorlar. Peki ben, ben neden sevilmiyorum? Niye beni sevmediler beni, beni, Aysel’ini… Bana neler diyorlar bir bilsen. Çok konuşuyormuşum, insanların konuşmalarına müsaade etmiyormuşum. Çok gıcık bir insanmışım. O kadar üzülüyorum ki. Ben de herkes gibi sohbet etmeye çalışıyorum aslında. Yok neymiş ‘vir vir vir’ yapıyormuşum. Tek yaptığım şey konuşmakmış. ‘Başka yaptığın bir şey yok mu senin?’ diyorlar.     Senin hiç faydan var mı acaba? Senin de tek yaptığın ısırmak, kaşındırmak insanı! Dur bakalım bunu araştıracağım. Seni sevmek için bir sebep ...